İlk incelemem :)Kitabı incelemeye girişmeden önce okuyacak arkadaşlardan bugüne değin gerek okullardaki Sünni din eğitimi, gerek aile ve çevreden duydukları belli belirsiz söylemlerden kendilerine kalan ne varsa hepsini bir kenara koymalarını rica edeceğim; sağlıklı bir okuma için. Çünkü okuduklarınız hiç şüphesiz sizi dehşete düşürerek "peygamberim yapmaz, sahabem yapmaz" edasıyla derin bir inançsal yıkıma sürükleyecek.
Her neyse.
İstisnalar elbette ki olmakla birlikte birçok Müslüman'ın kendi din ve inanç sistemlerine ilişkin okuma/araştırma yapmadıkları şüphe götürmez bir gerçek iken bilhassa Muhammed peygamberden sonraki döneme dair oldukça yetersiz olduklarını görüyorum. Bilinçsiz bir çabanın ürünü de olabilir bu; yaşananların ağırlığı altında soluksuz kalmamak için verilen bir savaşın da. Oldukça çirkin, yüzleşilmesi sağlam bir inanç ve vicdan gerektiren bir tarih söz konusu çünkü.
Sebep o veya bu. Sonuç olarak bu döneme dair insanların zihninde yer edinen fikirler(!) oldukça komplike olmalarının yanı sıra tarihsel gerçeklikten son derece kopuk ve de ütopik.
Bakınız: "Dört Halife Devri İslam'ın Cumhuriyet dönemidir.", "Müslümanlar çok iyi anlaşıyordu ama sınırlar genişleyip de yabancı kültürler imparatorluğa katıldıkça araya fitne girdi ve çatışmalar başladı. İslam dünyası bu yüzden bölündü.", "Ne yapmış olurlarsa olsunlar sahabeler hakkında kötü konuşulmamalı." gibi gibi.
Canım arkadaşlar. Caaanım Sünni arkadaşlar. Dört Halife Devri'ne Cumhuriyet demekte neden direttiğinizi anlıyorum ama o iş öyle değil. Yani yok, ortada seçim falan yok. Muhammed peygamberin cenazesi henüz kaldırılmamışken ve peygamber Ali üç yakın akrabasıyla birlikte cenaze işlemleriyle uğraşırken ilk halife Ebubekir'in nasıl seçildiğini(!) anlatayım mı? Ya da ikinci halife Ömer'in nasıl da Ebubekir tarafından halife tayin edildiğini? Pardon seçildi demeliyim sanırım; malum demokrasi, cumhuriyet falan. Bu arada Ömer demişken peygamberin kızı Fatıma'yı da anmamak olmaz. Peygamberin cenazesi henüz kaldırılmamışken apar topar halife seçimine girişilmesi, kendisine haber dahi verilmeden, onu rahatsız ettiği için peygamber Ali, Ebubekir'in biat çağrısına yanıt vermiyor. Sonrası mı? Şey sonrası şu: Adaletin ve doğruluğun şaşmaz savunucusu Ömer, bir grup silahlı asker ile Fatıma ve Ali'nin kapısına dayanıyor; Ebubekir'e bağlılık sözü verdirtmek için. Çıkmadıklarını görünce kapıyı kırıyor ve kapının diğer tarafında bulunan Fatıma'yı yere düşürüyor. Birkaç aylık hamile ve peygamberin sevgili büyük kızı olan Fatıma'yı. Sonra doğrularak hiçbir şey söylemeden askerleriyle oradan ayrılıyor. Çünkü neden? Ne demek istediğini bu hareketiyle gayet net bir biçimde anlattığını biliyor. Derken Fatıma'nın çocuğu ölü doğuyor, Ali de Ebubekir'e bağlılık yemini ediyor. Ne şeker bir hikaye değil mi ama :)
Ha, unuttuğumu düşünenler için; unutmadım. Muhammed'in ölümünden kısa bir süre önce gerçekleşen "Kırtas Vakası"na değinmek istemiyorum zira gözlemlediğim kadarıyla sitede son zamanlarda olağünüstü "cihadist" bir örgütlenme mevcut. Söz konusu yapılanmanın neferleri arasında linç kültürü epey yaygın olduğundan olayın doğruluğu gerek Sünni gerek Şii din adamları tarafından kabul edilmesine rağmen gelecek yorumların hadsizliğini tahmin edebiliyorum ve uğraşmak istemiyorum. Bu yüzden olayın adını kulaklarınıza usulca fısıldayıp geri çekiliyorum.
Okuyun arkadaşlar. Kırtas Vakası. KIRTAS. Adaletin terazisi Ömer yine başrolde.
Kitap açık kapı bırakmadan İslam'ın siyasal tarihinde köklü değişiklikler meydana getiren her olayı anlatmış. Ezelden beri süregelen Haşimi-Ümeyye çekişmesi Muhammed peygamberle Haşimiler lehine sonuçlanacak gibi olmuşsa da Ümeyyeoğlu Osman'ın halifelik koltuğuna oturmasıyla birlikte sonunda nihai kazananın Ümeyyeler olduğunu görüyoruz. Hani akrabalarını kayıran, her alanda liyakati ayaklar altına alan, yaptırdığı sarayda dönemin ejder meyveli smoothiesini yudumlayan Osman. Halk, sefaletten kurtulmak adına ayaklanıp koltuğu bırakmasını istediğinde; "Bana Allah'ın giydirdiği kıyafeti çıkaramam." diyen Osman. Aynen o Osman.
Osman'ın öldürülüşü, Cemel Olayı, iç huzursuzluklar derken Muaviye'ye geliyoruz. Günümüz Siyasal İslam'ın fikir babası ve Ortadoğu'da başa geçen bütün liderlerin rol modeli olan adama. Belirtmeliyim ki İslamiyet üzerine yapılan siyasal okumalar neticesinde her aklı başında ve muhakeme yeteneğine sahip birey şu çıkarımı rahatlıkla yapabilir:
İslam'ın kurucusu Muhammed olabilir; ama sahibi Muaviye'dir.
Dolayısıyla tarih bazında bu denli önemli bir ismi böyle bir platformda üç beş satırla anlatmaya girişmeyeceğim. Ama çok
önemli bir isim. Araştırın, okuyun ve küfredin bolca :)
Kitabın kapanışını, İslam dünyasında onarılması asla mümkün olmayacak bölünmenin başlangıcı ile yapıyor yazar: peygamber Ali'nin öldürülmesi ve akabinde oğlu Hüseyin'in Kerbela'da katledilmesiyle. Pek tabi, Muaviye tarafından zehirlenen bir diğer oğlu Hasan'a da selam duralım.
Sözün özü peygamber sonrası İslam tarihine giriş için oldukça doyurucu bir kitap. Müslümanlar için tarihlerini öğrenmenin ve olası bir tartışmada artık daha doyurucu argümanlar sunma vakitlerinin geldiğini son ses haykırıyor. Pek tabi Sünnilerin de Kerbela ile yüzleşmeleri ve objektif bir ilk okumada dahi şüpheye yer bırakmayan peygamber sonrası liderliğin Ali'ye hak olduğu gerçeğini kabul etmeleri açısından oldukça elzem. Yani şu seçimdi, liderlik ırsi olmasın diye yapıldı söylemlerini bırakalım lütfen. Bu söylemlerin, sahiplerine dahi gülünç geldiği kanısındayım.
Her neyse. Buraya kadar okuyan olduysa ne mutlu, teşekkür ederim.
Herkese keyifli okumalar :)