Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

İslâmiyetten önce kadının bazı durumlarda, bilhassa İkti­sadî bakımdan sahip olduğu şahsiyet ise, İslâm’dan sonra büs­bütün genişletilerek geliştirilmiştir, Böylece İslâm’ın yükselme devirlerinde görülen üstün kültür hayatında kadın da kendine düşen yeri rahatça ve kolaylıkla doldurmuş, Müslüman büyük edip, fakîh, âlim, şâir erkeklerin yanında, kadınlar da yer almışlardır. Birkaç örnek vermiş olmak için İslâm tarihindeki şu kadınlardan kısaca bahsetmek yerinde olur inancındayız : 726/1326’da Şeyha-i Saliha Ummü Muhammed Ayşe binti Muhammed. . . Harranî ve Şeyha-i Saliha Zeyneb binti Kemalüddîn Ahmet bin Abdurrahim... Mukaddesî adlı iki kadın müderrise Şam’da İbni Battuta'ya icazet vermişlerdir. Allâme Vecihüddîn Hanbel'in torunu olan Ümmü Abdullah bint ül-Kadî Şemsüddîn ise muhaddise olarak büyük bir şöhret yapmış, Mısır’a dâvet edilmiş orada Emir Seyfüddîn Argun ile Kadî Kerimüddîn el-Kebîr kendisinden hadîs tahsil etmişlerdir. 624/1324’de doğmuş olup 717/1317-8’de ölmüş olan sitt ül-Vüzera Ümmü Abdullah 'ayrıca Z'ehebî, Kadî Fahrüddîn el-Mısri, Şeyh Salahüddîn el-Âdî ve daha birçok tanın­mış kimseler ders almışlardır. Şuhde binti ibni Nasr Ahmed adlı bir kadın da meşhur ho­caları dinlemiş, icazet aldıktan sonra, Bağdat’ta Saray Camii meydanındaki evinde, büyük bir kalabalık tarafından dinlenen derslerini vermeye başlamıştır. Kendisine Fahrünnisâ adı verilen Şuhde 90 yaşında 574/1178-9’da ölmüştür. Derslerinde tutul­muş notlardan meydana gelen bir kitabın kendisinde bulun­duğunu von Kremer söylemektedir. Abdülvahhab bin Ömer bin Kesîr’in kızı, meşhur şeyhlerden icazet aldıktan sonra, mu­haddise olarak Hicrî IX. Yüzyıl başlarında ün salmış ve kendisine Sitt ül-Kuzat unvanı verilmiştir. Zaten Hadîs ilminin daha başlangıcmda kadınların büyük rolleri olduğu görülmektedir. Nitekim Hazreti Muhammed'in bilhassa üç karısı Hadîslerin yayılması ve öğrenilmesinde büyük âmil olmuşlardır. Bunların içinde de Hazreti Ayşe ilk üç Halife zamanında güç durum­larda hukukî fikri alınan ve ister hukukî, ister dinî alanda olsun kararları büyük itibar gören bir şahsiyet olmuştur. Şeyh Takîyüddîn Vâsıtî’nin kızı da icazet aldıktan sonra Şam civarındaki mescidinde devlet hakkında ders vermiş. Tahya ibni Adem’in Kitâb ül-Harâc'ını anlatmış ve kendisine Sitt ül-Fukaha adı ve­rilmiş ve 726/1326’da 92 yaşında ölmüştür. Şam’da yaşamış Sitt ül-Ülema denilen bir vaize kadın vardır ki, güzel konuşmasından ötürü kendisine ayrıca bülbül lâkabı takılmış ve öldüğü zaman mahşerî bir kadın kalabalığı onun son yolculuğu töreninde bulunmuştur. Asıl adı Vecihiyye binti Müeddeb olup Zeyn üd-Dar adıyla tanınmış bulunan bir kadın da fazileti ve fıkıh bilgisindeki de­rinliği ile şöhret yapmıştır. Zehebî’nin hocaları arasında Şam ve Baalbek’de Hadis okutmuş olan bir kadın da bu arada zikre değer ki, adı Zeynep bint Amr'dır. 460/1067-8’de Bağdat’da ölmüş olan Hadicet üş-Şahcâniyye ise vaazları ile ün salmıştır. Endülüs edipleri arasında işbiliyye emiri Mutemed ibni İbâd’ın kızı Besîne büyük bir mevki elde etmiştir. Gene Endü­lüs’te Ziyad adında bir zatın kızı olan Hamdûne, yaşadığı yüz­ yılın şiir üstadı sayılmış, birçok meşhur şairler bunun şiirlerini taklit etmişler, hattâ kendilerine maletmeğe kalkışmışlardır. Abbasîler zamanında IV. Hicrî yüzyılda Bağdat’ta verdiği vaazlarla şöhret bulmuş olan Hamde binti Vâsık, Bab ül-Meratib'de oturur ve özel vaiz toplantıları tertip ederdi. Hamde, Ebubekir Ahmed bin Ali’den Hadîs, İbni Sem’anî’den ise hem Hadîs hem fıkıh okumuştu. Kadınların îslâm memleketlerinde, yukarıda görüldüğü gibi, kolayca şairlik, vâizlik, ediplik, fıkıhçılık ve hadîsçilik alan­larında yükselmelerine karşılık, fıkhın tatbikatı demek olan Ka­dılık mesleğine girip giremiyecekleri tartışma konusu olmuştur. El-Mâverdî’yç. göre kadıların erkek ve ergin olmaları şart ise de, Ebu Hanife kadınların tanıklıklarının kabul edildiği dâ­valarda, kadılık da yapabileceklerini söylemiş, Ebu Cerir Taberî ise kadınların her dâvada kadılık yapabileceklerini kabul etmiştir. Şimdiye kadar doğrudan doğruya ve devamlı olarak kadı­lık yapmış bir kadın henüz tesbit etmemiş olmamıza rağmen, kadılıktan daha da önemli sayılabilecek Divan-i Mezalim baş­kanlığında bulunan bir kadın mevcuttur ; Abbasî Halifesi Muk­tedir zamanında imparatorluğun bütün işlerini annesi idare et­mekteydi, O, başmabeyincisi durumunda olan Sümeyl adında bir kadını şikâyet dilekçelerini ve iddiaları kabul edip dinlemeğe memur etmişti. Gerçekten de bu kadının, her cuma günü Halife Muktedir'‘in annesinin Bağdat’ta Rusâfa mahallesinde yaptırmış olduğu türbede, sağında ve solunda fakîhler, kadılar ve devlet ricali olduğu hâlde duruşmalar tertip ettiği ve hemen mesele­lerin haledilerek kararların da kendisi tarafından imzalandığı bilinmektedir.
·
78 görüntüleme
Serhat okurunun profil resmi
"İşlerini -kararlarını- kadına bırakan (kadından hükümdar, vali, kadı, ko- mutan, kadı yapan) bir toplum başarıya-kurtuluşa eremez." (Bkz. Neseî, Kitâbu Âdabi'l Kudat, Bubu'n-Nehyi An İstimali'n-Nisâi Fi'l-Hükmi, c. 8, s. 227.) Bu hadisin hükmüne göre, kadın, kadı (yargıç) olamaz. Bununla birlikte, İslam hukukunda (fıkıhda) benimsenen görüşe göre, kadının kadı olması caizdir. Çünkü ceza, "kısas" davalarının dışında olmak koşuluyla, kadının tanıklığı caizdir. Ne var ki, kadını kadı yapanlar, yukarıdaki hadis ne- deniyle "günah" işlemiş olurlar. (Bkz. MecmauT-Enhür-Damad-, İstanbul, 1309, c. 2, s. 131; Dürer, İstanbul, 1317, c. 2, s. 408.) • Kadı, "müctehid" de olmalıdır. Hadislerden, kadılığa getirilecek kişide, "müctehid" (yani ictihadda bu- lunabilecek güçte) olma koşulunun aranması gerektiği izlenimi elde edilebiliyor. Kuran Ansiklopedisi, Turan Dursun
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.