Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

200 syf.
8/10 puan verdi
·
20 saatte okudu
Keşke
“Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım” yazarın dilimize çevrilmiş diğer üç kitabıyla biçim ve konu bakımından büyük benzerlikler gösteriyor. Daha önce yazarın herhangi bir kitabını okuduysanız bu kitap da size pek yabancı gelmeyecektir. Sanki değişen tek şeyin kitap başlıkları olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Kitaplarda sürekli tekrar eden temalar korku ve totaliter rejimdir. Bütün olaylar da bu iki unsur etrafında şekilleniyor. Korkunun ve diktatörlüğün insan psikolojisi üzerinde etkileri yazarın en çok üzerinde durduğu konudur. Her şeyden önce Müller okumak çok büyük sabır gerektiriyor. Olayların yoğunluğu geleneksel okurlar için okumayı yer yer zorlu bir süreç haline getirebiliyor. Çünkü bu kitapta bir kahraman yok, üstelik elle tutulur bir olay da yok. Yazar, Nobel konuşmasında da kitaplarında anlattığı olayların başının ve sonunun olmadığını açıkça belirtmişti. O yüzden yazarın kitapları biçim ve konu bakımından pek çok okur için farklı gelebilir. Ama tüm zorluklara rağmen farklı edebi tatlar keşfetmek adına bence iyi bir yazar. Kitabın başlarında anlatıcı bir tramvayda çağrıldığı soruşturmaya gitmektedir. Anlatıcı bu tarz soruşturmalara daha önce de gitmiştir. Henüz bir tutukluluk hali olmasa da belli aralıkla sürekli çağrılmaktadır. Bu da korkusunu sürekli canlı tutmaktadır. Çağrılma nedeni yurt dışına gidecek olan ceketlerin içine “Benimle Evlen” gibi notları koymasıdır. Bunun yanında kendisine buna benzer farklı suçlar da isnat edilir. Yazdığı bu gizli notlarda adını ve adresini verir. Ancak anlatıcının soruşturma esnasında doğruyu söyleyip söylemediğini öğrenemiyoruz. Kitapta herkesin ismi olmasına rağmen yazar ana karaktere bir isim vermemiştir. Sanırım bunu Çavuşesku rejimi altında bireyselliğin olmadığını vurgulamak için kasten yapıyor. Müller’in kitaplarında ana karakterler genelde eğitimli kişiler olsa da burada durum tam tersidir. Kahramanımız hiçbir muhalif grup üyesi olmayan basit bir fabrika işçisidir. Bundan dolayı da korkusu çok daha fazladır, çünkü gizli teşkilatın mekanizmalarından tümüyle habersizdir. Korkudan bahsetmişken şunu da çok net söyleyebiliriz. Yazarın tüm kitaplarında herhalde en çok kullandığı kelime hiç şüphesi budur. Yaklaşık iki saatlik bir tramvay yolculuğu hikâyenin sadece buzdağının görülen kısmını oluşturur. Okur olarak bizler de bu yolculukta anlatıcının zihninde zamanda bir yolculuğa çıkıyoruz. Tüm olaylar yazarın zihninde geçer. Bundan dolayı olaylar arasında kronolojik bir sıradan bahsetmek çok zor. Roman tümüyle bilinç akışı tekniğiyle yazılmış. Kendi kendine konuşan birinin geçmiş anılarını ve tecrübelerini dinliyoruz. Anlatıcı bir konudan konuya zaman ve mekândan bağımsız olarak geçişler yapar. Anlatıcının zihninde neler geçiyor diye merak ediyorsanız onları da konu olarak şöyle özetleyelim. Anlatıcının genel olarak aklından geçen şeyler geçmişi, arkadaşları, günlük yaşamı ve baskıcı rejimdir. Gerçeklikle olan tek bağlantı olarak tramvay yolculuğu sırasında gördükleridir. Bu yolculuğu da çok detaylı bir şekilde anlatıyor. Tramvaydaki yolculuları birer birer anlatır. Tüm konu az önce belirttiğim düşünceler etrafında şekilleniyor. Yazarın en çok üzerinde durduğu şey ise patronu, kocası, babası, kayınpederi ve başka erkeklerle yaşadığı cinsel zorluklardır. Anlatıcı ilk olarak babasını hatırlar. Ancak babası eşini kendisinden daha fazla sevmiş ve anlatıcı hiçbir zaman bir baba sevgisi görmemiştir, üstelik onun cinsel tacizine de uğramıştır. Sonra ilk eşiyle karşılaştıklarında neler hissettiğini anlatmakla devam ediyor. Bu evlilik çok sürmez çünkü ilk eşi aşırı korumacı ve kıskançtır. Evlilik yüzüğünü satmaya gittiği bit pazarında ikinci kocası olacak Paul ile tanışır. Ancak o da içkicinin teki çıkar. İlk eşi kendisini köprüden atmak isterken kendini son anda kurtarır. Anlatıcı en iyi arkadaşı Lilli’yi de hatırlar. Lilli emekli yaşlı bir subaya âşık olur ve birlikte ülkeden kaçmaya çalışırlarken yetkililer tarafından kurşunlanırlar ve cesetleri köpekler tarafından parça parça edilir. Anlatıcı mallarına ve arazilerine el konulan, kafayı yiyen büyük anne ve büyük babasını da hatırlar. Anlatıcı bize bunları anlatırken son derece samimi ve açık sözlüdür. Hiçbir şekilde kendini sınırlamaz. Çünkü insanın aklından geçen şeyleri kimse göremez, duyamaz. Özetle, kitap aklını kaybetmekte olan genç bir kadının yaşamından bir günü anlatırken diğer bir taraftan da Doğu Avrupa’da isimsiz komünist bir ülkede (Romanya) bir diktatör (Çavuşesku) rejimi altında yıllar süren baskının gün yüzüne çıkmasına tüm çıplaklığıyla şahit oluyoruz.
Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım
Keşke Bugün Kendimle KarşılaşmasaydımHerta Müller · Siren Yayınları · 2015465 okunma
··
1 artı 1'leme
·
754 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.