Bir roman kurgusu olmayan daha çok yazarın kendisi ile konuşuyormuş havasında yazdığı; anlatımda ki gerçekciliği bakımından bizzat yaşadığını düşündüğüm, Paris ve Londra 'da ki mülksüzler, taban sınıfının gündelik hayatlarını anlatan bir eser.
Lakin içerisinde anlam vermediğim ve beğenmediğim birkaç cümle var. Şöyle ki bazı ırkları aşağılayan, kadının koca bularak bazı yoksulluk sıkıntılarından kurtulduğu, buram buram İngiliz kibri kokan( kanımca dünya halkları arasında İngilizler açık ara kibir ve ırkçılıkta -kibirde açık ara- önde geldikleri su götürmez bir gerçektir.) gibi cümleler vardı.
Kitabın son sayfasında ki son paragrafından çıkardığım sonuç, yazarın görüşlerinin tam oturmadığı, gelişim sürecinde olduğudur. Kim bilir, belki de yazarın toplumda ki sosyal adaletsizlikleri görmeye başlaması, bürokrasinin yoksuldan yana olmadığını fark etmesi ve hergün sokakta karşılaştığımız yoksul insanları inkar etmeyerek onlara tiksinmeden bakmaya başlamasıyla -tabi ki süreç içerisinde- herkesçe malum görüşleri oluşmuştur.
Sosyolojik açıdan insanın hangi şartlar altında olursa olsun, benimde anlam veremediğim kibrini elden bırakmadığına yönelik birçok atıfta buluna pasajlar olması ve asgari ücretle çalışan kesimlerin neden 'cahilleştirildiği' eleştirisi sunması bakımından değerli bir eser benim için.
Son olarak Paris ve Londra 'da ki anlatımlardan sonra getirdiği çözüm önerilerine biraz daha yer verilebilirdi diye düşünmekteyim.
Keyifli okumalar.
Edit: Yazaırın biyografisinde ki tarihsel kronolojik sıralamaya göre yazdığı ilk düzyazı kitabı olduğunu sonradan öğrendim.