Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

184 syf.
10/10 puan verdi
·
16 saatte okudu
Kadın olmak demek koca bir dağı sırtında taşımak sanki…
Önce doğuyorsun. İki yaşında bir çocukken bile sana gelinlik giydirerek ilerde bir gün yaşayacaklarının temellerini atıyorlar. “Evlilik senin tek idealin” fikrini ta o zaman aklına koyuyorlar. Sonra her sağlıklı kadın gibi regl oluyorsun. Kızdın, adın genç kız oluveriyor o zaman. Sonra utanıyorsun, sağlıklı olmaktan utanıyorsun, adını söylemeye bile utanıyorsun, “hastayım” diyorsun. Sancılar içinde kıvranırken bile, bunu babandan ve abinden saklaman gerektiği öğretiliyor sana. Sana öğrettikleri tek şey “kızların yapabilecekleri ve yapamayacakları” Tüm hayatın bunun üzerine kurulu. Sonra evlenince kadın oluyorsun, ha bire ismin değişiyor. Çünkü erkek değilsin, bir tek onların tek ismi olur. Erkekler bekar da olsa, evli de olsa, boşanmış da olsa, eşi de ölse tek ismi vardır: “erkek” Kız, kadın, bayan, dul olmazlar bizler gibi, onların tek adı vardır. Evlenirsin, sonra yazarın söylediği gibi: “Mutlu kadın gibi yapacaksın. Evlenir evlenmez, o adamın ilerde bir yabancı olabileceğini bilmeden, o adamın bir gün gelip, o sevdiğin, tanıdığın adam olmayabileceğini bilemeden, bir gün ondan ayrılabileceğini düşünmeden bir çocuk yapmak gerektiğini sanıyordum.” Bu pasaj ne kadar tanıdık değil mi? Sosyal medyada “kocişko” diye dolanan dünyanın en mutlu kadınları gibi görünen kadınları hani! Gözlerinin içine bakıp, “bugün nasılsın” diye sormayan ama her gün mutlu mesut fotoğraflar paylaşan o kadınlar. Bir kadının tek hayatı, evindeki mobilya, perdeler, kahve fincanları, sosyal medya olabilir mi? Biz bir kere dünyaya geliyoruz onda da mış gibi yaşamlar neden? Neden mutsuz bu kadınlar? Neden kocişkoları dışında bir şeyleri yokmuş gibi davranıyorlar? Çocuk yapmayı neden bir seviye atlamak gibi görüyorlar? Ben sanırım cevabı biliyorum, kendi olamadıkları için böyle. Toplumun seni kabul etme standartları var, “belli bir yaşta evleneceksin, çocuk yapacaksın, ikinci çocuğu yapmayınca sorup duracaklar, sonra ikinci çocuğu yapacaksın, ömür boyu tepende olacak o toplum, ha bire senin adına kararlar verecekler. Aksi halde dışlanacaksın, hele ki kadınsan, adın kötüye çıkacak. ” Asena’nın da dediği gibi: “Bana bak bunları kimseye anlatma sakın, sonra senin için orospu derler.” “Ben size bir şey söyleyeyim mi, ister yatın ister yatmayın, hepiniz için söylenebilir bu söz, yolda yürüdüğünüz için söylenebilir, mektuplaştığınız için söylenebilir, âşık olduğunuz için söylenebilir, arabalarına bindiğiniz için...” Tüm yukarıda yakındıklarımla mücadele eden çok cesur bir kadın var bu kitapta. Her şeyden çok kendisine saygısını yitirmeyen bir kadın, sevmediğinde “sevmiyorum” diyebilen, “çocuk yapmak istemiyorum” diyebilen, rol yapmak yerine “boşanmak istiyorum” diyebilen çok güçlü bir kadın. Tüm haksızlıkları sorgulayan ve karşısında duran bir kadın. Zaten olması gereken şeyler için bin kat daha çaba harcayan bir kadının hikayesi bu. Peki ama neden? Neden zor bu kadar kendin olmak, özgür olmak? Bu kez erkekleri çok suçlamayacağım, yazarında dediği gibi, kadının düşmanı yine kadın oluyor. “Sen erkeksin, sen kadınsın” diye evvela annelerimiz söylüyor bize. Evde kocanla kavga ettiysen “aman her evde olur, kocandır döver de sever de” diye söyleyen anneler yok mu? O anneler, çocuklarının gözleri önünde dayak yiyip, yıllar sonra kendi oğullarının da eşlerine dayak atmasının suçluları değil mi? “Ben babana, senin için katlandım.” diyen anneler var hani, belki de katlanarak en büyük kötülükleri yapmışlardır bize… O annelerin oğulları şiddete eğilimli olmuştur belki de, kızları da kocalarına katlanmayı öğrenmiştir, mutsuz olduğunda eyleme geçmemeyi, şiddet gördüğünde boşanmak yerine ölmeyi… Ya babalar, onlar da sütten çıkmış ak kaşık mı? Hasan Ali Toptaş’ın çok sevdiğim bir cümlesi var: “Babalar alınlarımıza yazılmış yalnızlıklarımızdır.” Yeni nesil için değil belki ama bizim neslin çocuklarının bir çoğu bu durumu bilir. Bizim anne babamıza sevmeyi ayıp diye öğretmişler, sevmeyi bilmezler. Peki biliyor musunuz o sevilmeyen çocuklar büyüdüklerinde ne oluyor? O sevgi açlığını nasıl kapatıyorlar biliyor musunuz? Sevilmeyi bilmemiş ki sevmeyi bilsin o çocuk, kimi seveceğini bilmiyor, bazen de sevildiğini sanıyor. Yine burada okurken hüzünlendiğim o alıntıyı paylaşmak istiyorum: “Baba, ben evlendiğimde eve bir sarı kanarya almıştın. Meğer beni çok severmişin de, arkamdan sarı kanaryam dermişin. Baba, ben hâlâ bir erkek sevgisine muhtaç, her seni seviyorum’un peşinden mi gideceğim? Baba, sen beni seviyormuşsun meğer... Bundan böyle her seni seviyorum’un peşinden gitmeme gerek yok, değil mi? Baba, sen beni seviyormuşsun meğer, her başımı göğsüne dayayana ağlamam için bir neden yok, değil mi? Baba, sen beni sevmişsin, sevgi, bir erkeğin sevgisi hiç eksik olmamış ki hayatımdan... Baba, seni seviyorum’lar da yetmiyor artık bana... Onları her şey sanmıştım... İnsan yaşamında eksik olanı, her şey sanıyor... Ama artık sanmayacağım baba...” Anne babalar! Çok sevin çocuklarınızı, hele hele kızlarınızı! Sonra hayata bir-sıfır yenik başlıyorlar. Son sözleri de yazar söylesin: “Güçlü olmalısınız. Bu tümce sık sık kullanılınca anlamını yitiriyor. Güçlü olmalısınız, kendi gücünüze inanmalı ama gerçekten güçlü olmak için çabalamalısınız. İnsanların içinde, kendinden güçsüz gördüğü birini ezmek, ona buyurmak, onu kendine hizmet ettirmek dürtüleri var, insanların tümünde bu var ve ne yazık ki bu güçsüzler ordusu, kendini güçsüz görenler kadınlar. O zaman neden onlara emirler yağdırmasınlar, neden buyurmasınlar, neden kendilerine hizmet ettirmesinler, neden birçok hakkı yalnız kendilerine ait görmesinler? Biz izin vermemeliyiz buna. Eğer siz ilk buyurmada, ilk kısıtlamada, ilk tokatta hayır diyemezseniz, bunlar sürer gider. Ama kararlı bir hayır pek çok şeyin çözümü olacaktır. “Beni seviyorsan, istiyorsan bana buyurma, beni kendinden küçük görme, biz eşitiz, böyle görmüyorsan giderim.” O zaman benimseyeceklerdir sizi ve kurallarınızı; inanın. Saygı göstereceklerdir ilkelerinize. Ama ilkeleriniz olmalı.” Bu kitabı on beş yaşında okumayı dilerdim. Tüm kadın ve erkeklerin okumalarını şiddetle tavsiye ederim.
Kadının Adı Yok
Kadının Adı YokDuygu Asena · Doğan Kitap · 20136,4bin okunma
··
953 görüntüleme
Sultannn okurunun profil resmi
Ne doğru, ne haklı yazmışsın. Ellerine sağlık. Kadının hiçbir zaman adı olmadı ve olmayacak da. Kadının adının olmaması toplumda hala kimin suçu bilmiyoruz aslında. Kızlarını ve oğullarını yetiştiren annelerin mi, yoksa kendini kadınlardan üstün gören erkeklerin mi?
Sibel okurunun profil resmi
Yorumunuz için teşekkür ederim hocam. Kadının adı olsun diye bazı kadınlar, bizim yerimize de mücadele etmişler. Yalnız oldukları için çok yorulmuşlar, şimdi sayımız daha fazla... Umarım daha güzel günlere ulaşırız, hep birlikte, el ele... Kimin suçu bilmiyorum ama ben artık en çok annelere kızıyorum...
Bu yorum görüntülenemiyor
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.