Didem Madak... Ah'ların kadını demiştik. Hayatında ve şiirlerinde Ah'larla beslenmiş bir kadın. Ahlat Ağacını Ah'lar Ağacına benzetmiş bir kadın.
"Ahlat ahların ağacıydı,
Yaşlanmaya başlayanların,
İtiraf edilememiş aşkların,
Evde kalmış kızların.
Ahlat ahların ağacıydı,
Cezayir nasıl cezaların ülkesiyse,
Öyleydi işte."
Bir insan nasıl bu kadar akla gelmeyecek benzetmeler yapabilir? Bu kadar farklı ve sıradışı hatta olağanüstü? Nasıl, nasıl, nasıl?
Didem Madak'ın benim için en ilgi çekici özelliği bu. Farklı üslubu farklı bir tarzı var. Kelimelerine bir modacı edasıyla renkli renkli elbiseler dikip farklı kalıplara sokuyor onları. O kadar güzel başarıyor ki bunu. Okunmayı hep en sonuna kadar hak ediyor.
Şiirlerine sıkça bahsettiği Fusün ismi beyin kanserinden ölen annesinin ve kızının ismi. Işıl ise kız kardeşinin, annesinden sonra ona umut olan tek kişinin ismi. Bu yüzden şiirlerde böyle çok sık geçiyor bu isimler.
“Işıl çocuktu o zaman, ben de öyle,
Mevsim kesin yazdı, karpuzdan feneriyle,
Hani her çocuğu başka bir çocuğa yaklaştıran bir şarkı vardır ya,
Kıyıya yanaşan bir gemi gibi.”
Didem Madak, senin şiirlerinin, yazılarının veya herhangi bir cümlenin doldurduğu bir gezegende yaşamak istiyorum. Ne kadar okusam da bitmeyecek, sonu gelmeyecek bir yolculuk istiyorum. Maalesef hayattayken yazdıklarınla yetiniyorum. Sevgiler ve saygılar Didem Madak.