30'lu yıllarda "Etrüskler Türktür dediği için Atatürk'ü eleştirenler,bu ve benzeri tezlerin bilimsellikten uzak, sadece “konjektürel"çalışmalar olduğunu ileri sürenler, Amerika, İtalya ve İspanya Ünıversıtelerınden bir grup “özgür bilim insanının" “genetik araştırmalar’ sonucunda “Etrüsklerin Türk olduklarını kanıtlamaları" karşısında şaşkınlığa düşmüşe benzemektedirler. Kanımca, Ferrara
Üniversitesi’nin 2004 yılında yayınladığı “Etrüsklerin Türklüğüne ilişkin Rapor hem Antik tarihin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini kanıtlamaktadır, hem de Türklerin “uygarlıktan nasibini almamış, barbar ve geri bir ulus olduğunu” bilimsel bir gerçeklik
olarak kabul eden “Batı merkezli tarih tezinin” şuursuz savunucularına çok anlamlı bir yanıt niteliği taşımaktadır.
"Türk’ün manevi vasfı bir güneş gibi doğacaktır. " ve "Türk
çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapacaktır.'' diyerek
30’lu yıllarda "Türklerin saklı tarihini" gün ışığına çıkarmak için
olağanüstü bir mücadele veren Mustafa Kemal Atatürk'ün ne kadar
haklı olduğu her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır.
Gılgamış, Odysseus'un Kirke'yi aşağıladığı gibi İştar'ı aşağılamaktadır. Bu noktada İştar , Kirke gibi , güneşin kızı olan tanrıça Siduri ile yer değiştirmiştir.Siduri Gılgamış'a geçmişle ilgili bilgiyi simgeleyen Noe'ye ulaşmak için okyanus ya da ölüm sularına doğru izlemesi gereken yol hakkında bilgi verir. Aynı şekilde Kirke'de Odysseus'a okyanusu nasıl geçip geçmişle ilgili bilgi olan Tyresias'ı bulmak üzere Hades'e ulaşabileceğini göstermektedir. Siduri Gılgamış'a , Kirke'nin Odysseus'a öğrettiği yaşam felsefesinin aynısını öğretir."Yiyiniz,içiniz,neşeli olunuz! Çünkü bu insanların yazgısıdır " olayların akışıyla bu iki kahramanın yolculuklarında yadsınamaz benzerlikler vardır.
"Avrupalılara ziraatı, yabani hayvanları ehlileştirmeyi, çömlekçilik sanatlarını da bu yeni gidenler (Türkler) öğretmişlerdir. Fikir, sanat ve bilgice Avrupa yerlilerinden çok yüksek olan göçmenler, Avrupa'yı mağara hayatından kurtarmışlar ve fikri gelişme yoluna sokmuşlardır.
Arkeoloji keşiflerine göre, milattan 2000 yıl kadar önce Avrupa’da bakır aletler bile pek az bulunurken, o tarihte birdenbire tunç
aletlerin çoğaldığı görülüyor. Bakırı tunca çevirebilmek için mevcudiyeti gereken kalay madeni Avrupa’da yalnız Fransa’da bir tek yerde zayıf bir damar halinde mevcut olup, bunun da eski zamanlarda
keşfedilip işletildiğine dair hiçbir emare yoktur.
Tunç sanatının Avrupaya son asırlara kadar bütün dünyanın hemen tek kalay hâzinesi olan Ana Türk Yurdundan gitmiş olduğu en
kesin gerçeklerden sayılır. Madenin ve maden sanatlarının eski medeniyet alanlarında, Mezopotamya, Mısır ülkelerinde keşfedilmiş olmadığı da muhakkaktır. Maden, Jaques de Morgan 'ın dediği gibi
'an’ananın bize parmağıyla gösterdiği dağlarda keşfedilmiştir’ "
"Türk çocuklarındaki yetenek, her ulusundakinden üstündür.
Türk yetenek ve gücünün tarihteki başarıları meydana çıktıkça,
Türk çocukları kendileri için gerekli olan atılım kaynağını o tarihte
bulabileceklerdir. Bu tarihten Türk çocukları bağımsızlık düşüncesini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, olağanüstü yengileri (zaferler) kazanan adamları öğrenecekler, kendileri de aynı
kandan olduklarını düşünecekler ve bu yetenekle kimseye boyun
eğmeyecekler”