Kitapta hoşuma giden çok bölüm var. Bunlardan biri de "Mezar Taşı" başlıklı yazı:
"Sakın mermer, beton falan istemem. Bir taş bulun, uzunca bir taş Yazısız! Onu dikin mezarımın başına. Falanca oğlu filancaymışım da, şu tarihte doğup şu tarihte ölmüşüm. Kesinlikle yazı istemem, basit bir taş. Eh, bizim tekne su almaya başladı. Tepelere, deniz gören yere gömülmem şart değil! Nasıl olsa yattığım yerden denizi seyredemem. Deniz ruhumda yaşıyor., gönül gözüyle her zaman görüyorum. Mezarın ne önemi var?
Öldükten sonra ben kendime değil, toprağa doğaya lazımım. Galiba ruhun yaşaması da bu! Topraktan olduk toprağa dönüyoruz. Ben öldükten sonra yokum. Toprak bizi kendisine yararlı hale getirecek. Yoksa, cesedin ne değeri var?
Vaktiyle, Doğulu bir hükümdar, ülkesinin bilginlerini çağırip, "ben"
demiş, insanlık tarihini öğrenmek istiyorum. Yazıp bana getirin!
Bilginler günlerce uğraşıp, üç cilt kitap getirmişler, Hünkar:
- Bunu okuyamam, daha kısa yazın!
Bilginler bu kez, haftalarca çalışıp, tek cilt kitapla gelmiş Hünkar karşısina. O:
- Bunu okumaya vaktim yok, bana bir tümceyle özetleyin insanlık tarihini!
Bilginler aylarca uğraşıp çıkıp Hakanın karşısına; demisler ki
INSANLAR DOGDULAR, SAVAŞTILAR, OLDULER
Sen, dedik, sen nasıl özetlersin insanlık tarihini?
Hiç düşünmeksizin şöyle dedi:
- iNSANLAR DOĞDULAR, SEVDILER, OLDŪLER.
Sefaat ya Resululallah, diyeceğine, şaşkınlıkla "seyahat ya Resul Allah" diyen,
bu yüzden ömrü seyahatle geçen sevimli gezginimiz Evliya Çelebi ile benzeşiyordum.