An itibariyle bitirdiğim,okurken epeyce yorulduğum fakat bir o kadar da tat aldığım eşsiz bir kitap. Tipik postmodern, metinler arası ,çok katmanlı,değişen anlatıcılar ve karakterler arası jet bir geçişe sahip, yoğun bilinç akışlı bir roman.Ufaktan Oğuz Atay’ı çağrıştırıyor derken; biraz altını kazınca Bener’in Atay, Bilge Karasu,Nurullah Ataç,Neziha Meriç gibi altın isimlerle kalem ahbaplığı yaptığını öğrendim. Romanın ana karakteri Osman’ın da Bener’in ta kendisi olduğunu düşünürsek ( gerçek yaşamındaki aşk kaçamağı, memuriyet hayatı,sürgünü vs.) otobiyografik bir havası da var diyebilirim. Devrik cümleleri, kendine has benzetmeleri,jargon kullanımı,iç içe geçen hayat hikayeleri bir hayli yorucuydu ama okumaya değdi doğrusu. “Buzul Çağının Virüsü” başlığını kendimce yorumlamam ise kişinin içinde bulunduğu tabiri caizse bomboş, anlamsız, zoraki hayata bir şekilde ayak uydurması gerektiği ve vadesi dolana değin bu virüsle yaşamaya çalışması diyebilirim. Bu arada Oblomov’a yapılan göndermeyi okurken yüzümde bir tebessüm oluşmadı desem
yalan olur. Gerçekten edebi yönden de ağır bir kitaptı. Layıkıyla okumaya gayret ettim, benim kitaptan anlayabildiğim bu kadar.