Kimi insanların gönlünde bir yay vardır. Bir bakış, bir duyuş, hatta kimi yol, bir hiç sayılacak önemsiz bir şey, her nasılsa çalımına gelir de, yay boşanıverir.
Eski bir masaldı bu. Masal olduğunu da biliyorlardı. Ne var ki doğanın uyumakta olan bütün güzellikleri uyanmış, bütün şiir hazineleri boşanakoymuştu. Birbirlerine orada bülbül olup şakıdılar, birbirlerine tavus kuşu oldular, bir birlerinin gözlerine olanca renklerini ışıldattılar. Bununla şehirlerde flört denilenin arasında güneşle bir fener arasındaki fark vardı. Ta zamanın canlı yaratıkları yaratılmadan önce, akan eski suların fışıltısı vardı bu işte.
Biliyoruz, sizin toprak ağanız, kahyalarınız, katipleriniz, tefecileriniz, mefecileriniz var. Bizlerin de, deniz ağalarımız, fırtınalarımız, deniz basıncı masıncımız var. Deniz patronları, sizin kara patronlarına taş çıkarır.
İnsanoğlunun bir tayfası üretici, yetistirici ve yaratıcı, öbür tayfası da kapıcı, kaparozcu, paracı. Hırsızı, yankesicisi, başkasının cebinden parayı alıyor. Bunlar komşularının kardeşlerinin cebinden alırlar onun can yongasını.
Artık dünyada paradan başka bir şey görmüyorlar. Ne insan görüyorlar, ne de göklen denizin mavisini, ne akşamleyin batan güneşin elvan elvan renklerini görüyorlar. Paradan başka her şeye kör oluyorlar. İşte, fenalığın babası paradır. Para, gözü bir kapladı mıydı, sağa baksan para, sola baksan para, her nereye ve neye baksan para görüyorsun. Para da gerek ama insana, ondan arasıra bir kaçamak bulması gerek. İşte o kaçamakların süresince yaşadın demektir, gayrısı o gözleri paralı ölüler gibi ölüm!