Size düşlerimi anlatsam mı bilmiyorum. Bir yetişkinden çok bir yeni yetmeye yakışacak eski, hatta eski moda düşler.
Fazlaca hayalperest ancak gösterişsiz ve sıradan olan bir ruhun, uzun zaman harcayarak ayrıntılı ve kusursuz bir şekilde kurduğu renkli düşler.
Öyle düşler ki bunlar bir süre sonra bıkkınlık vermeye başlarlar, çünkü düş gören kişi onlar sona ermeden uyanır; sanki düş gücü bütün o ayrıntılı gösteri sırasında tükenmiş ve sonuca varma isteğini kaybetmiştir, sanki düş görmek gerçekten mükemmel ve amaçsız olan tek eylem olmuştur.
İşte bu yüzden düşlerimin nasıl bittiğini bilmiyorum, ne bir sonuca varabildiğim ne de bir ders çıkarabildiğim için bunları size anlatmak düşüncesizlik olabilir. Fakat bu düşler sayesinde hem yaratıcı hem de hayat dolu oluyorum. Kendimi savunmak için sadece, beni bulan zamansızlığın içinde - sonsuzluğa ulaştığım yerde - yazıya sığındığımı söyleyebilirim.
Aşk, hayal gücüne en yüksek dozda ihtiyaç hissedilen duygudur; insan sadece onun varlığını hissettiğinde, geldiğini gördüğünde, onu yaşayıp kaybettiğinde, kendisine o duyguyu açıklama ihtiyacı duyduğu anlarda değil, aynı zamanda o gelişirken ve doruk noktasındayken de. Aşkın her zaman, gerçeğin sağladığı bir hayal unsuruna gereksinim duyduğunu söyleyebiliriz. Diğer bir deyişle, o anda ne kadar elle tutulur, ne kadar gerçek olduğuna inanmak istesek de aşkın her zaman hayali bir yanı vardır. Aşk her zaman tamamlamak üzeredir, her zaman olabilecek olanın evrenidir. Daha doğrusu olmuş olabileceklerin evrenidir.
Asıl özen göstermemiz gereken ölüm tarzımızdır ve bunu yapmak için yaşamımıza özen göstermemiz gerekir, çünkü ne olursa olsun sonunda bir aptal gibi mi öldüğümüzü yoksa ölümümüzün kabul edilebilir bir ölüm mü olduğunu bize söyleyen yaşamdır.