Fırtınanın sekizinci günüydü. O güne kadar, böylesine şiddetli bir fırtınaya rastlanmamıştı. Kervandakilerin hepsi daha küçücükken dinledikleri deveci ihtiyar Mustafa'nın anıları arasında bile böyle bir fırtınayı duymamışlardı. Mustafa kefiyesiyle yüzünü iyice örterek kervanbaşı Fuat'ın çadırına doğru zorlukla ilerlemeye çalıştı. Yolunu kaybedip de uçsuz bucaksız çölün ortasında kalmamak için, arasıra duraklayıp örtüyü aralayarak çevresine bakmıyordu. Her duruşunda da o minicik kum taneleri birer iğne gibi yüzüne saplanıyordu. Yaşlı adam, çadıra girmeden önce durdu, genzine dolan kum tanelerinden kurtulmak için kendini zorlayarak, tükürmeye çalıştı. Ama ağzı ıslanmamıştı bile, sadece kumun pütürlü kuruluğunu hissediyordu. Fuat, titrek aleviyle karanlıkta gölgeler oluşturan yağ kandilinin durduğu masanın yanındaki koltuğundan deve sürücüsüne sessizce baktı. Dev gibi bir adamdı; konuşmaktan da pek hoşlanmazdı.