Gerçekten de, merhamet doğalsa ve bizi öteki ile özdeşleşmeye sevkeden şey doğuştan gelen bir atılımsa da, aşk tutkusunun hiçbir doğal yanı yoktur. O tarihin ve toplumun bir ürünüdür.
İnsanlar ilk masumiyetlerini korudukları sürece, doğanın sesinden başka kılavuza ihtiyaç duymadılar; kötü huylu olmadıkları sürece, iyi olmaktan da muaf tutuldular.
(bu yazı sözün <<sinirlerini gevşetir>>; kitaplara göre <<deha hakkında hüküm vermek>>, <<bir insanı cesedi üzerinden betimlemeye çalışmaktır>> vb.) Genelgeçer anlamda yazı "ölü söz" dür, ölüm getiricidir; hayatın soluğunu keser. Öbür yandan, aynı sözlerin öbür yüzünde, mecazi anlamda yazının, doğal, ilahi ve yaşayan yazının, önünde yerlere kapanılır; bu yazı, saygınlıkta, değerin kökenine, ilahi yasa olarak vicdanın sesine, kalbe, duygulara vb. eşittir.
" Kutsal Kitap bütün kitapların en yücesidir... Ama nihayet o da bir kitaptır... Tanrı'nın yasasını birkaç dağınık sayfada değil, onun elinin yazmaya tenezzül ettiği insanın kalbinde aramak lazımdır." (Vernes'e mektup)
İlk tarihler, ilk söylevler, ilk yasalar manzumdular: nazım, nesirden önce bulundu; bu ister istemez böyle olacaktı, çünkü tutkular akıldan önce konuştular.