Hoca bir aralık pek hasta düşer;
Kolu tutulur, yüzü gözü şişer.
Günlerce yatağa bağlanır kalır;
Adamcağızı bir korkudur alır.
Bir gün karısına der ki: - "Karı, gel!
İşte kapımıza dayandı ecel.
Şöyle bir giyin kuşan, yap, yakıştır;
İnci boncuk, nen varsa, tak takıştır;
Ondan sonra da gel yanımda otur."
Karısı şaşar kalır: - "Nasıl olur?
Kocam Azrail'le pençeleşirken,
Ne yüzle süslenir püslenirim ben?"
Hoca der ki: - "Canım, sen beni dinle;
Yapmazsan vallahi hatırım kalır.
Karşılaşacağız ya Azrail'le,
Olur ki beğenir de seni alır."
Nasrettin Hoca bir gün rüyasında şeytanı görmüş.
Görür görmez de sakalına yapışmış ve var gücüyle çekiştirmeye başlamış.
Şeytan acıdan feryat figan bağırmış, Hoca ise,
"Bu hissettiğin acı, doğru yoldan çıkardığın ölümlülere
çektirdiğin acının yanında hiç bir şey" demiş.
Daha da kuvvetli çekmeye başlamış.
Sakalı öyle bir çekmiş ki can acısından bağırarak uyanmış.
Ancak o zaman, elinde tutmakta olduğu sakalın kendi sakalı olduğunu anlamış.
" Bir yabancı konuk olur Hoca'ya
Ama nezaket bu ya,
Tutar bir de tavşan hediye eder;
- "Çoban armağanı, çam sakızı" der.
Hoca bir güzel pişirir tavşanı.
Akşam olur, gelir yemek zamanı;
Orta yere sini kurulur;
Hep birden etrafına oturulur.
Hoca hem yemek yer, hem sohbet eder;
Ertesi gün misafir kalkar gider.
Bir gün
"... Dostum Şevket Rado bana Nasrettin Hoca'ya ait fıkraları da
manzum olarak yazmamın iyi bir şey olacağını söylemişti. (...)
Bu fıkraları bulabilmek için birkaç kitap karıştırdıktan sonra gördüm ki
ünü yabancı ülkelere kadar yayılmış olan bu milli kahramanın hikayeleri
daha hala Türkçe olarak yazılmamış.
Güzel bir üsluptan geçtim, okuduğum kitaplarda, doğru dürüst
bir Türkçe bile yoktu. Bunun üzerine de, bu fıkraları okunabilir bir dille
yazmanın, küçümsenmeyecek bir iş olduğuna inandım.
Yazdığım Nasrettin Hoca fıkralarının, bugüne kadar yazılanların
en iyisi olduğunu söylersem pek de böbürlenmiş sayılmam."