Marksist doktrinin sunduğu kesin bir kapitalizm tanımına göre Ortaçağ'da kapitalizm diye bir şey yoktur. Bu çağın ekonomik ve toplumsal sistemi feodalizmdir ve tüccarlar bu çerçeve içinde var olabilmektedirler. Oysa onlar bu çerçevenin kırılmasına, feodal yapıların yerle bir edilmesine katkıda bulunmuşlardır.
Bu insanlar çoğunlukla kendi kentlerine öncelik tanır. Onları en çok tasalandıran ve en çok sevdikleri şey yaşadıkları kenttir. Tüccarların kentlerine olan bu aşırı düşkünlüğünün bir nedeni de hiç kuşkusuz çıkarlarıdır. Yaşadıkları Kent onların kurdukları işin ve sahip oldukları gücün merkezidir. Kentler onlara ne kadar borçluysa kez daha onlar da kentlerine o kadar borçludur. Sahip oldukları gücün temel taşlarından birinin bu kent olduğunun bilincindedirler.
İslamiyet'in ortaya çıkışı Doğu ve Batı arasındaki ilişkileri kopartmak bir yana bu iki dünyayı birbirine daha sıkı bir şekilde bağlamış ve Doğu'da büyük tüketim merkezleri haline gelen ve mal talep eden kentler barbar Batı'da ticaretin yeniden doğmasına yol açmıştır.
"Haçlı seferleri döneminde bile Müslüman-Hristiyan alışverişi hiç durmamıştır. İki dine mensup tüccarlar arasındaki ilişkiler 'Müslüman-Hristiyan tüccar dayanışması' şeklinde ifade edilmiştir."