Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Osmanlı Hukuku

Ekrem Buğra Ekinci

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
ENDERUN MEKTEBİNDE EĞİTİM NASILDI?
Enderün mektebinde disiplin çok sıkı idi. Üç-dört aceminin bir lalası olurdu. Lala, aceminin bilmediği şeyi öğretir ve acemide gördüğü kusuru ikaz ederdi. Mektep disiplinini, haremdeki dârüssaade ağasına (kızlarağasına) paralel olarak, akağalar da denilen beyaz hadımağaları temin ederdi. Sayıları kırkı bulan akağaların başına kapıağası denirdi ki sarayın idare âmiri idi. Enderün mektebinde tahsil müddeti takriben 14 sene idi. Talebe, güneş doğmadan evvel kalkar; enderün hamamında yıkanır; sabah namazını ağalar mescidinde padişahla beraber kıldıktan sonra kahvaltı edip derse başlardı. Bu derslerin hocaları saray mensuplarından olduğu gibi, dışarıdan da meşhur âlimler hoca olarak getirtilirdi. Bidâyette Kur'an-ı kerim, kıraat, tecvid, ilmihâl dersi verilirdi. Sonra tefsir, hadis, kelâm, fıkıh, şiir ve inşâ, musıki, hey'et (astronomi), hendese (geometri), coğrafya, tarih, mantık, belâgat (edebi sanatlar) ve hikmet (felsefe) okutulurdu. Öğleden sonra, yüksek zâbitler tarafından spor ve tâlim dersleri verilirdi. Talebe, gerektiğinde uhdelerine tevdi olunmuş saray vazifelerini yerine getirirdi. Bundan sonra serbest saatler vardı. Enderünda, spor müsâbakaları yapılırdı. Ağalar arasında bir hobisi olmayan, bir sanat ile uğraşmayan vok gibiydi.
Sayfa 252Kitabı okudu
Din ve Vicdan Hürriyeti
Kur'an-ı kerimdeki “Dinde zorlama yoktur” âyeti (Bekara: 256) gereğinçe, gayrımüslimler, kendi inançlarından dolayı aslâ taciz edilemez. Dinlerini öğrenmek, yaşamak ve çocuklarına da öğretmek hakkına sahiptir. Ülke, eğer sulh ile fetholunmuşsa, buradaki mâbedler sulh anlaşmasının hükümlerine tâbi olur, Tarihte bu gibi sulh anlaşmalarında, umumiyetle mevcud mâbedlere dokunulmayacağı, yeni mâbed yapılmasına da karşı çıkılmayacağı açıklanmıştır. Eğer ülke harb ile (anveten) fetholunmuşsa, mevcud mâbedlerin âkıbeti hükümdar tarafından tesbit olunur; yeni mâbed inşâına da izin verip vermemek hükümdara âit bir salâhiyettir. Ancak tatbikatta harb ile fethedilen ülkelerde, şehrin en büyük mâbedi (kilisesi) câmiye dönüştürülmüş; diğerlerine dokunulmadığı gibi, yeni mâbed yapılmasına da izin verilmiştir. Çünki orası artık İslâm beldesidir. İlk Cuma namazını kılmak vecibedir. İstanbul ve Anadolu mabedlerinin çoğu deprem ve sair sebeplerle harab haldeydi. Fetih esnasında mevcut İstanbul kiliselerinin çogu zaten Lâtin işgalinde yıkılmıştı. Hükümetin zimmi cemaatlerine bu vesileyle maddi yardım yaptığına dair çok sayıda vesika arşivde mevcuttur.
Sayfa 315Kitabı okudu
Reklam
Harem ağaları
Haremağalarına Roma ve Bizans'ta, İran'da, Abbasi saraylarında da rastlanırdı. Bunlar doğuştan hadım veya sonradan burulmuş ekserisi Sudan ve Habeşistan asıllı zenci kölelerdi. Afrikalı kabileler mağlup ettikleri düşmanlarını, zafer alâmeti olmak üzere burup, köle olarak satarlardı. Şer'i hukuka göre ve Osmanlı ülkesinde, insanlar bir yana, hayvanları bile burmak ve kısırlaştırmak suçtur. Nitekim insanları hadımlaştıranlara verilecek cezâları bildiren 1715 tarihli bir fermândan bu açıkça anlaşılmaktadır.
Sayfa 247Kitabı okudu
Padişahlar, her Cuma, Cuma namazını kılmak üzere merasimle herhangi bir câmiye gider; buna selâmlık alayı denirdi. Selâmlık alayı, bir gelenek olmakla beraber, padişahın meşruluğunu, vazifesinin başında olduğunu, ayrıca halifelik sıfatını göstermesi bakımından en mühim bir merâsim, bir bakıma siyasi bir gösteri idi. Ayrıca selâmlık alayı halkın padişahı bizzat gördüğü ve her çeşit talep, şikâyet ve itirazlarını yazılı olarak bildirebildiği bir fırsat idi.
Sayfa 238Kitabı okudu
ENDERUN-I HÜMAYUN'DAN YETİŞENLER
Enderün ağaları ve içoğlanları bekârdı. Zamanı gelen enderün ağaları, sancakbeyilik gibi muhtelif vazife ve rütbelerle enderündan çırak edilirdi. Gerekirse çırak edilecek câriyelerden biriyle de evlendirilirdi. Enderünda otuz yaşından büyük kimse pek kalmazdı. Bunlar, hem gönderildikleri yerlerde vazifelerini hakkıyla yerine getirirler; hem de haremden evlendikleri cariye hanımlarıyla beraber sarayda aldıkları terbiyeyi halka aksettirirlerdi. Nezâket ve terbiyenin, Saraydan İstanbul'a, oradan da bütün Osmanlı ülkesine yayıldığı söylenir; “Sarayda terbiye olmayan, hiçbir yerde olamaz!” denirdi. Enderündan içlerinde Davud Paşa, Hersekzade Ahmed Paşa, Gedik Ahmed Paşa, Dâmâd İbrahim Paşa, Sinan Paşa, Sokullu Mehmed Paşa, Köprülü Mehmed Paşa, Çorlulu Ali Paşa, Şehid Ali Paşa gibi meşhur zâtların da bulunduğu 64 sadrıâzam yetişmiştir. (Osmanlı devlet ricâlinin hepsi enderündan yetişme değildi. Ordudan, birân halkından, akağalardan, kâtiblerden, medreseden yetişen, hatta halktan bu makama getirilen  vezirler olmuştur.
Sayfa 252Kitabı okudu
Kazâ (Yargı) Fonksiyonu Klasik devirde, kazâ, (Yargı) icrânın bir şubesidir. Padişah, kazânın başı olup, monarşilerdeki geleneğe uygun olarak başhâkim mevkiinde idi. Ancak diğer İslâm devletlerinde de olduğu gibi, bu salâhiyetini nâibler (kâdılar) tayin ederek kul lanmıştır. Kâdılar, padişahın vekili sıfatıyla dâvâ görür ve hüküm verirlerdi. Merkezden tayin edilir, kimse kendilerine müdahalede bulunamazdı. Kâdıların hukuka aykırı karar vermeleri durumunda, bu kararlara karşı merkeze itirazda bulunulabilirdi.
Sayfa 240Kitabı okudu
Reklam
Padişah bir dâvânın tarafı ise, bu dâvâya kendisi bakamaz; kâdı önünde mürâfaaya çıkardı. Bunun tarihte az da olsa örneğine rastlanmaktadır. Meselâ Sultan IV. Mehmed ile Üsküdarlı Mehmed Ağa arasında, Salacak'ta vakıf malı bir köşkün mülkiyeti hususundaki ihtilaf sebebiyle açılan bir dâvâda, Rumeli kazaskeri Çatalcalı Ali Efendi kâdı sıfatıyla mürâfaa yapmış; Mehmed Ağa'yı haklı, padişahı haksız bulmuştur.
Sayfa 240 - Topkapı Sarayı Müzesi, Sinanpaşa Arşivi, No. 104'de kayıtlı. (Ş. Güllüoğlu, Çatakah Ali Efendi, Türk Dünyası Dergisi, Y. 10, S. 40, 1976, s. 33-37; Özbilgen, 63.)Kitabı okudu
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.