Osmanlı Türkçesi tabiri bilim çevrelerinde esas olarak Osmanlı Devleti'nin hakimiyeti sınırları içinde konuşulan ve 1928 yılına kadar Arap harfleri temelli bir alfabe ile yazıya geçirilen Türkçeyi ifade etmekte kullanılmaktadır. Türkçe, Osmanlı Devleti'nin uygulamadaki resmi dili idi. Sarayın -özel durumlar dışında- yazışmalarında kullandığı dil hep Türkçe olmuş, resmi belgeler bu dil ile üretilmiştir. Saray çevresinin konuşma dili de her zaman Türkçe olmuştur.
Arapça, Kur'an gibi bir metnin etrafında sürekli ana yapısını korumuş, İslamiyetin ortak dili olmuş, İslamiyetin ulaştığı birçok halk ya Arapçayı benimsemiş yahut da derinden etkilenmiştir. Göçebe veya yarı göçebe halkların dili olan Türkçe ise dağılan imparatorluklarla birlikte dağılmış, her dağılıştan sonra başka bir medeniyet çevresinde yeniden toplanmaya, varlığını sürdürmeye çalışmıştır. Yazılı metinleri olup da kaderini takip edebildiğimiz Türk halkları Gök tanrı dininden Budizm'e, Manihaizm, Hıristiyanlığa, Yahudiliğe kadar birçok farklı kültür alanına sürüklenmişler, ama Türkçeyi yaşatmayı her zaman başarmışlar.
Bugün bizim uzak amca çocuklarımıza ait yaşayan tek iz, Çuvaşlardır. Çuvaş halkı dışındaki Türk dilli halkların hepsi doğu Hunlarının soyundan geliyor.
Türkçenin, dil arkeolojisi yöntemleri de kullanıldığında on bin yıla uzanan bir geçmişi olduğu tahmin ediliyor; ondan öncesinde, Türkçenin şimdi akrabası olduğu kabul edilen dillerin hepsinin türediği varsayımsal Altayca vardır.
Şu gerçeği de ifade edelim: İstanbul'da oluşan Türkçe, Anadolu'daki Türkçeden hayli farklıydı; kelime hazinesi zengin ve söyleyiş bakımından daha ince bir dil.