Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Özgürlük Yanılsaması Rousseau ve Marx

Yıldız Silier

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Marx da, yoksulluğun öznel ölçütünün göreli yoksunluk duyguları olduğunu savunur; herkesin kulübelerde yaşadığı bir köyde kimse kendisini yoksul hissetmez, ama günün birinde köye bir villa yapılınca, köylüler kendilerini yoksul olarak görmeye başlar. Günümüzde medyanın işlevlerinden biri, bize ulaşamayacağımız lüks yaşamları göstererek göreli yoksunluk, yetersizlik ve kıskançlık duygularımızı artırması, açgözlülüğü ve tatminsizliği körükleyerek içimizde yaratılan bu yapay boşluğu, ancak daha fazla tüketebilirsek dolduracağımız yanılsamasını yaratmasıdır. Oysa bu, dibindeki delik gittikçe büyüyen bir kovayı doldurmaya benzer.
Çoğumuz özgürlük ve mutluluğu arzulasak bile yanlış yerlerde ararız. Mutlu olmanın yolu şan, şöhret, para sahibi olmaktan geçmez. Özgürlük ise kişinin başkalarından korunaklı bir özel alana sahip olması ve bunu gitgide genişletmesiyle elde edilemez. Çünkü mutluluk ve özgürlüğü böyle kavrayan birisi için daima "ben" ile "ötekiler" arasında bir zıtlık olacaktır. Mutlu olmanın yolunu kendini "ötekiler❞e beğendirmek, ya da "ötekiler" üzerinde güç sahibi olmak, özgürlüğün yolunu ise "ötekiler"in giremeyeceği mekânlara sahip olmak, onların yapamayacaklarını yapmak, gidemeyecekleri yerlere gidebilmek olarak görür. Böylece, mutluluk ve özgürlüğün yolu "ötekileri" bir araç olarak kullanıp, kendi egosunu tatmin etmeye indirgenir. Oysa gerçek özgürlük ve mutluluğun kaynağı öncelikle kişinin kendisini iyi tanımasından, hem yeteneklerinin, hem de zaaflarının farkına varıp, buna uygun yaşamasından geçer. Kendine özgü kişisel ihtiyaçlarının farkına varabilmesi belirli toplumsal olanaklara bağlıdır. Örneğin, herkesin birbiriyle rekabete zorlandığı, her an işsizlik tehlikesinin olduğu bir düzende, kişinin genellikle hayatının anlamını sorgulamaya, kendini keşfetmeye ve geliştirmeye fırsatı olmaz.
Sayfa 91 - Yordam kitapKitabı okudu
Reklam
Çoğumuz özgürlük ve mutluluğu arzulasak bile yanlış yerlerde ararız. Mutlu olmanın yolu şan, şöhret, para sahibi olmaktan geçmez. Özgürlük ise kişinin korunaklı bir özel alana sahip olması ve bunu gitgide genişletmesiyle elde edilemez. Çünkü mutluluk ve özgürlüğü böyle kavrayan birisi için daima ''ben'' ile ''ötekiler'' arasında bir zıtlık olacaktır. Mutlu olmanın yolunu kendini ''ötekiler''e beğendirmek, ya da ''ötekiler'' üzerinde güç sahibi olmak, özgürlüğün yolunu ise ''ötekiler''in giremeyeceği mekânlara sahip olmak, onların yapamayacaklarını yapmak, gidemeyecekleri yerlere gidebilmek olarak görür. Böylece, mutluluk ve özgürlüğün yolu ''ötekileri'' bir araç olarak kullanıp, kendi egosunu tatmin etmeye indirgenir. Oysa gerçek özgürlük ve mutluluğun kaynağı öncelikle kişinin kendisini iyi tanımasından, hem yeteneklerinin, hem de zaaflarının farkına varıp, buna uygun yaşamasından geçer. Kendine özgü kişisel ihtiyaçlarının farkına varabilmesi belirli toplumsal olanaklara bağlıdır. Örneğin, herkesin birbiriyle rekabete zorlandığı, her an işsizlik tehlikesinin olduğu bir düzende, kişinin genellikle hayatının anlamını sorgulamaya, kendini keşfetmeye ve geliştirmeye fırsatı olmaz.
Rousseau'ya göre devletin kurulması ve yasaların yapılması, liberal düşünürlerin savunduğunun aksine herkesin yararına değildir; çünkü devletin kuruluşunun temelinde zenginin kendi çıkarlarını evrenselmiş gibi göstererek yoksulları kandırıp ikna etmesi bulunur. Özel mülkiyet ve bencilliğin yaygınlaşmasından sonra hâkim olan çıkar çatışması ortamında, zenginin kaybedebileceği daha fazla şey olduğundan, güvenliği sağlayacak bir devletin kurulması onların daha çok yararınadır. Sonuçta devlet, özel mülkiyetin mülksüzlerden korunması (yani zenginin servetinin korunması) ve eşitsizliğin meşrulaştırması için icat edilmiştir. Yoksullar bu değişikliğin kendilerine güvenlik ve eşit haklar sağlayacağını düşünerek razı olur; ama hiçbir şey kazanmadıkları gibi sahip oldukları tek şey olan doğal özgürlüklerini de yitirirler. Doğal özgürlük, geri dönüşsüz bir biçimde ''birkaç hırslı kişinin yararına ve böylece bütün insanlığı çalışmaya, köleliğe ve sefalete mahkûm ederek'' yıkılır.
Eşitsizliğin bir başka etkisi ise bizi gerçek ihtiyaçlarımızdan uzaklaştırıp, yapay ihtiyaçların ve göreli yoksunluk duygularının esiri yapmasıdır. Zenginler boş zamanlarında yeni alışkanlıklar edinir ve bunları ihtiyaç olarak görmeye başlar. ''Alışkanlık haline gelen bu rahatlıklar artık zevk vermez olur, ama aynı zamanda gerçek ihtiyaçlar olarak algılanır; bunlara sahip olmanın hoşluğu değil, bunlardan yoksun kalmanın acısı hissedilir.'' Zenginler bir çok şeyi yararlı olduğu için değil, yoksullar bunlara erişemeyeceği için ister... Kendi durumlarında hiçbir değişiklik olmasa bile halk sefaletten kurtulursa, zenginlerin de mutluluğu sona erer.
Hegel'e göre arzu ve emek verme, insanın özgürlüğünün ve öz-bilincinin gelişmesinin önkoşullarıdır.
Sayfa 109 - İnsan Olmaya DairKitabı okudu
Reklam
Rousseau'ya göre kötülüklerin kaynağı insan doğasında değil, uygarlığın getirdiği eşitsizlikler, rekabet ve yıkıcı hırslardaydı.
Sayfa 52
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.