Auschwitz ismini her duyduğumda, insanlığımdan utanırım.
Gaz odalarında ölüme mahkum edilen insanlardan geriye kalan yığın yığın saçlar ve dağları andıran ayakkabı tepeleri. Bu ayakkabılar içerisinde de en çok can yakanlar, çocuk ayakkabıları. Dünyayı bir oyundan ibaret sanan o masum melekler. Anna Frank’ın ayakkabısı acaba hangi tepenin içerisindedir.
Auschwitz kampında ayrı ayrı bölümlerde tutulan sevgililer birbirleriyle haberleşmek için, çocukları kullanırlar. Daha doğrusu yazdıkları aşk mektuplarını, çocukların oyuncağı olan bebeklerin içerisine gizleyerek gönderirler, sevgililerine.
Evet; dünya çocuklar için bir oyun...
Büyükler için ise, oyun alanı...
Nemirovsky’de otuz dokuz yaşında Auschwitz kampında hayata veda edenlerden birisi. Ondan bize kalanlar ise, onu dünya edebiyatının suitine taşıyan sayısız eserler.
Pazar Günleri adlı öykü kitabı da bunlardan birisi. Kitap içerisinde yer alan on dört öykü, çok tanıdık geliyor okura. Gündelik yaşam, mutsuzluk, mutluluk, aşk, ayrılık, hayat zorlukları, kısacası aklınıza gelebilecek her türlü hayat hücresini bu öykülerde görebilirsiniz.
İnsanı koyuyor yaşamın tam ortasına. Ondan sonra, insanın yaşadığı çevreyi betimliyor.
Siz sadece okumuyorsunuz bu yazılanları, aynı zamanda da zihninizde canlandırıyor, öyküyü yaşıyorsunuz.
Kitap bittiğinde ise şöyle bir duygu düğümleniyor okurun boğazında; kısacık ömrüne insan odaklı eseler bırakan birisi, hiçbir eserini okumamış başka bir insan tarafından, salt dini kimliği nedeniyle ölüme mahkum ediliyor.
Kötülük yağmurları her yüzyılda...
Bununla mücadele edebilmenin tek yolu ise, okumak...
Erkan