Yavaş yavaş "insan"ı unutarak, ahlakımızı, bireyin sorunlarıyla sınırlandırdık. Her kişiden, başkasına zarar vermemesini istedik. Her taştan, öteki taşa zarar vermemesini istedik. Taşlar bir tarlada darmadağınık durunca, birbirlerine zarar vermezler elbette...İnsanın eşitliğini savunduk durduk. Ama "insan" unuttuğumuzdan, neden söz ettiğimizi anlayamaz olduk artık. Eşitliği nereye dayandıracağımızı bilmediğimizden, kesinlikle açıklayamadığımız bu eşitlikten, gereğince yararlanamadık.
Sağ kalırsam, düşünmek için geceyi bekleyeceğim.Sevgili gece. Gece, akıl uyur, her şey olduğu gibi vardır. Gerçekten önemli olan varlıklar, kendi biçimlerine bürünür, gündüzün yok edici çözümlerinden kurtulurlar. İnsan, parçalarını toplar ve sakin bir ağaç oluverir yeniden. Gündüz, karı koca kavgalarınındır; oysa gece, kavga edenler yeniden bulurlar aşkı. Çünkü aşk, o söz rüzgarından daha büyüktür. Erkek, yıldızların altında, penceresine
yaslanır, uyuyan çocukların, yarınki ekmeğin, orada, son derece nazik, ince ve geçici varlık olan, dinlenen karısının sorumluluğunu yeniden yüklenir. Sevgi tartışılmaz. O vardır. Gece gelsin de sevilmeye hak kazanmış bir varlık
gözüme görünsün!
Ama bu savaş sonundaki duyguların tümüne baskın çıkan bir duygu var: Anlamsızlık duygusu. Çevremizde her şey çatırdıyor. Her şey sarsılıyor. Bu öylesine eksiksiz ki ölüm bile anlamsız görünmekte. Bu keşmekeş içinde, ölüm bile ciddilikten uzak...