Bize gelenlerin kim olduklarını, çaldıkları tokmağın çıkardığı seslerden duyar ve anlarız. Kimi sert, kimi munis, kimi ümitli, kimi meyus çalar... Herkes, çıkardığı seste; biz dinlersek, kendi sesini duyurur; biz duyarsak, kendini söyler.
Venedik'in, Rönesans ressamları tarafından yapılmış ilhamlı, mucizeli, müessir resimlerini hatırladıkça, insan Boğaziçi'nin tespit edilememiş güzelliklerine acıyor.
Hazin ve uzun bir gafletle, dünyanın hemen bütün eski müzeleri, bilhassa Londra, Paris ve Berlin müzelerine nakledilmiş olan eserler, artık bizim için telafi edilmez bir ziyandır.
Mütareke devrinde ... zavallı İstanbul başının çaresine bakarken, müze büyük bir tehlikeye düşmüştü. Evvela adeta boşalmıştı. Hademelerinin ve memurlarının çoğu asker olmuşlardı. Hükümetin de hiçbir otoritesi kalmamıştı.
1887 ve 1888'de Sayda'da, yerli ahaliden Şerif Efendi'nin bahçesinde bulunan ve Hamdi Bey'in oraya giderek bozulmadan meydana çıkardığı 21 Lahit, bütün dünyanın nazar-ı dikkatini celbediyor. Bunlar Fenike krallarının lahitleri idi.
Hamdi Bey'in hayatında yapmaya muvaffak olduğu ve vatana bıraktığı eserine imrendiğim gibi, bir hissini de pek kıskanırım: O da bu adamın son yatacağı yeri kendisinin bulup beğenmesi ve sevip seçmesidir. Bize sorsalar son uykumuzu uyuyacak yeri kolay kolay beğenmeyiz. Ekseriyetle dünyanın hiçbir köşesi bize, sonuncu yuva olmak için intihap edilmeye değecek kadar güzel, emin veya milli gözükmez.