Hiçbir dilin söyleyemediği bir ağıtın çanlarını çalan bu vahşi, karanlık ve gök gürültülü anda kalmanın zevkine karşı konulamazdı, beyaz ve kör edici yıldırımlarla delinen ve ikiye yarılan bulutların görünüşü muhteşemdi.
Zihnin bazen yanlış anlamayla rahatsız olmak yerine sakinleşmek gibi aksi bir hali vardır ve kendimizi olduğumuz gibi tanıtamayacağımız yerlerde tam olarak yok sayılmaktan sanırım bir tür zevk alırız. Tesadüfen hırsız olarak kabul edilen hangi dürüst adam bu hata nedeniyle sinirlenmek yerine eğlenmez ki?
Mantık haklı olabilir; ama zaman zaman ona meydan okumak, sopasından kurtulmak ve bir saat için hayal dünyasına, mantığın tatlı, parlak düşmanına, tatlı yardımcımıza, ilahi umudumuza kaçmak bizi mutlu eder.
Üstelik iki hayat yaşıyor gibiydim: Düşüncelerimdeki hayat ve gerçek hayat.
İlkinin hayallerin garip ve olağanüstü keyfiyle yeterince beslenmesi durumunda, ikincisinin ayrıcalıkları günlük ekmek, bir saatlik çalışma ve başımın üstündeki damla sınırlı kalabilirdi.
Öncelikle şunu itiraf etmeliyim ki kitaba büyük bir heyecan ve merakla başladım. Fakat ortalara geldiğimde ana karakterimiz Lucy'nin başından geçenler ruhumda koca bir karanlığa neden oldu.
Kitabın yazarını bilmeden okumaya başlasaydım muhtemelen bu kitabın yazarı Charlotte Bronte derdim. Jane Eyre'deki hikaye akışı, mistik hava ve betimlemeler tıpatıp aynı.
Kısaca konudan bahsedecek olursam ana karakterimiz Lucy Snowe genç yaşta ailesini kaybetmiş, hikayenin başında vaktini vaftiz annesi ve onun oğluyla birlikte geçiren bir kız. Fakat Lucy birilerinin yanında sığıntı gibi yaşamaktansa, kendi ayakları üzerinde yaşamayı ister. İngiltereden ayrılıp, Fransanın Vilette şehrine gider. Buradaki amacı Madame Beck i bulup, ondan genç kızlar okulunda çalışmak için iş istemektir. Tesadüf bu ya gece kalabilmek için han ararken ansızın kendini genç kızlar okulunun önünde bulur. Ve böylece (bana göre)Lucy Snowe'un öyküsü başlar.
Yukarıda da belirttiğim gibi tesadüfleri, tanrının bizim için yazdığı yazgıyı sıkça görürüz kitapta. Ayrıca kitapta Lucy'nin kendini nasıl geliştirdiğini, o dönemde kadınlara yapılan ayrımcılığa rağmen nasıl ayakları üzerinde dimdik durduğunu ve yaşadığı aşkı görürüz.
VilletteCharlotte Brontë · Kırmızı Kedi Yayınevi · 2011146 okunma
.
Sevdiğim ve sevildiğim sürece ne kadar keyif aldım! Ne muhteşem bir yılı hatırlayabiliyorum; ne kadar parlak bir şekilde bana geri dönüyor! Ne kadar canlı bir bahar - ne kadar sıcak, neşeli bir yaz - ne kadar yumuşak ay ışığı, sonbahar akşamlarını gümüşleştiriyor.
.
.
.
İnsanların senin yanından güneşin altında bir gölgeymişsin gibi geçmesine alışıksın, göze batan bir ışınla rahatsız ettiği için elini gözlerine siper eden birini görmek yeni bir şey.
Dr. John, yıldızın parladığı anlarda doğanlardandı. Zorlukları gülümsemesiyle yenecek bir adamdı. Güçlü ve neşeli, sert ve saygılı; sabırsız değil ama cesur; alın yazısıyla cilveleşen, onun taş kalpli gözlerinden neredeyse aşk dolu bir ışık alabilen bir talipti.