Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

19.Yüzyıl: İlerlemenin Çelişmeleri

Yüzyılların Gerçeği Ve Mirası V

Server Tanilli

Yüzyılların Gerçeği Ve Mirası V Sözleri ve Alıntıları

Yüzyılların Gerçeği Ve Mirası V sözleri ve alıntılarını, Yüzyılların Gerçeği Ve Mirası V kitap alıntılarını, Yüzyılların Gerçeği Ve Mirası V en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
1815-1914: Bu iki tarih arasındaki zaman parçasına XIX.Yy diyoruz. Diyoruz ama, sonra Marc Bloch’un sözleri geliyor aklımıza: Büyük tarihçi, “zamana dayalı sınıflandırmalarımızın ortaya çıkardığı karışıklıklar”a bakıp, “sahte etiketler” diye adlandırıyordu
Francesco Crispi’nin, 1888’de söylediği şu sözler pek bilinir: “Sömürgeler, modern yaşamın bir zorunluluğudur.” Ama daha da çarpıcı olan, Eugene Etienne’in, 1897’de Temps gazetesindeki bir makalesinde söyledikleridir: “Her sömürge girişimine uygulanacak tek ölçüt, onun sağlayacağı fayda, metropole akacak olan kazanç ve yararların toplamıdır.” Bu sözlerin tiksindiriciliğine ekleyecek hiçbir şey yoktur.
Reklam
Romantik gençlik, sanatçının boğuştuğu çetin yaşam koşullarına karşı çıkıyordu. Millet gibi bir sanatçı, yaşamını kazanmak için dükkân tabelası da boyar. Kimisi, sipariş elde etmek için düpedüz teslim olur. Flandrin’in ve Chasseriau’nun akademik tablolarıdır hoşa giden; ama Oruans’daki Gömülüş, 1855’teki sergiye kabul edilmez ve Courbet bir barakada gösterir resimlerini, jüriler de Manet’nin çalışmalarına güleryüzle bakmazlar. Kötülük Çiçekleri ile Madame Bovary, Therese Raquin ile Madelaine Ferat, arkasından da Meyhane, örflere saygısızlık ettikleri gerekçesiyle koğuşturmaya uğrarlar. Kimi bağımsız zekâlar, kendilerine çevrilmiş kuşkulu bakışlara karşı sertleşirler ve öç alıcı oklar fırlatırlar çevrelerine. Burjuva dünyasının kıyıcığına gelip sığışmış, dahası oraya atılmış bir yaşamı dile getirmek üzere, Murger, Bohem Yaşamından Sahneler adlı ünlü eserini işte o sıralarda yazacaktır. Montmartre ile Montparnasse, Paris’in ortasında başkaldırırlar. Şöhretler, artık salonlarda ve zenginler arasında değil, kahvelerde ve tavan aralarında oluşur, dahası, öyle bir an gelir ki, bu sığınaklarda konuşulan dili bile genel izleyici anlayamaz olur: Bir alev, küçük bir meraklı çevresi için parlar ve kente ışığını serpmez.
Burjuva gibi yaşamak demek
Dayalı-döşeli evi olmak, oğullarına yüksek öğretim gördürmek ve kızına çeyiz vermek demektir; eşi ise, konuk kabul eder, ziyaretine gidilir. Ve burjuva vardır, burjuva vardır: Örneğin Fransa’da Nantes kentinde, 1835 yılına doğru, yaşam düzeyine göre en az sekiz tabaka yaşamaktadır burjuva sınıfında. Parisliler gibi bir bölümü içmelere ve deniz banyolarına gider; gidemeyenler, evlerinin dolayında gezinti ile yetinirler. Ancak, hepsi de tiyatroyu sever ve komedilere can atarlar. Büyük tacir ve dokumacılar görkemli konaklarda otururlar; iş yaşamından çekildiklerinde de, gider dolaydaki şatolarda sürdürürler yaşamlarını.
Fransa’da, Emile de Girardin’in açtığı yolda, bütün bu yeniliklerin yanı sıra, bir başkası vardır: Tefrika roman! Kimi duraksamaların arkasından büyük yazarlar, bir Balzac, bir George Sand işe soyunurlar; Alexandre Dumas, Eugene Sue de şöhretlerini bu yolla sağlayacaklardır. Bu sonuncusunun yazdığı Paris Esrarı bir gazetede ise, Serseri Yahudi bir başkasındadır. Doğaldır ki, yakınmalar da vardır. Balzac, biraz da abartarak, şunu söyletir romanlarındaki kişilerden birine: “Bütün gazeteler aşağılık, ikiyüzlü, namussuz, yalancı, katildir; düşünceleri, sistemleri, insanları öldürecekler ve bunlarla semirecekler!”
Muhammed’in dini, evrensel bir anlayışa yanıt veriyor kuşkusuz: Dar ül-İslam, bütün dünyayı kucaklar. Böylece, çok çeşitli halklar bir araya gelmiş bulunmaktadır. Ne var ki, kendi inancını yayma çabası bir milliyetçilik değildir. Araplaştırma ve İslam iki ayrı şeydir. Kuran dili ve klasik bir dil olarak Arapça, yerel dillerin yerine geçmez. Fıkıh’a, yani İslam hukukunun karşısına, sık sık dünyasal örf ve adet hukuku dikilir. Müslüman devletin birbirinden farklı etnik grupları içine almadığı durumlar nadirdir; Hıristiyanlar ve Yahudiler ise, bir haylidir.
Reklam
Kimilerinin, güçlülerin sömürdüğü halkın bir parçası olarak gördükleri, kimilerinin de şarlatanlara karşı sağlam bir bağlaşık olarak baktıkları toprak emekçisi, temsili rejimi ciddiye alır ve eline verilen oy kâğıdına inanır. Politika oyunu, onu görmezlikten gelemez artık.
Bernard Shaw, insandan kaçan bir yeni Moliere gibidir ve bir Unsocial Socialism, yani “sosyal olmayan bir sosyalizm” öğütlemektedir. Onların arkasından, kötümserlikle en gururlu idealizm arasında gidip gelen Richard Strauss da Nietzsche’nin Zerdüşt’ünden esinlenir ve Oscar Wilde’ın Salome’sini müzikleştirir.
“Bizi çıldırtan kuşku değil, kesinliktir”: Bunamaya uğrayıp ölmeden önce Nietzche’nin söylediği sözlerdir bunlar ve bilimciliği kolayından kabul eden davranışa karşı protestonun bir başka biçimidir.
Cezanne, Gaugin ve Van Gogh. Cezanne, önce izlenimci grup içinde göründü; hareketi, kaçıp gideni yakalamayınca sürekli olana döner, yoğun ve yalın olanı resmeder; ilkele özlem duyar ve evrenselin saplantısı halindedir: Gaugin, birçok noktada onunla yakınlık içindedir: En çarpıcı duygulanışları yakalar ve ilkele olan tutkusunu da gerçekten ilkeller arasında yaşadığı yaşamda doyurur. Van Gogh’a, sonunda çıldıracak olan bu alkoliğe gelince, hemen hemen bütün eserlerini 1887 ile 1890 arasında - korkunç bir çaba pahasına- yarattıktan sonra, vardığı nokta, canlı tonlardır ve renge bütün olanaklarını getirip geri vermiştir.
95 öğeden 61 ile 70 arasındakiler gösteriliyor.