nart

nart
@marmeladov
insan olamayacak kadar insan.
öğrenci
istanbul
adana
13 okur puanı
Temmuz 2015 tarihinde katıldı
"Köpekler kurtlardan nasıl nefret ederse, işte öyle nefret eder halk da özgür ruhlu kişiden; zincirlerin düşmanından, tapınmayandan, ormanı mesken edinenden."
Reklam
"Başkasından üstün olmanın onurlu bir yanı yoktur. Asıl onur kişinin eski halinden üstün olmasından gelir."
"İyi insan olmak istediğim için iyi biri değilim. Bütün o kavga dövüş,bütün o kötülükler yüzünden iyilik üstüme kaldı." Zeki Demirkubuz

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
George orwell'a göre etkili yazmanın beş temel kuralı şu şekilde imiş: 1. Daha önce gördüğün bir benzetmeyi veya deyimi asla kullanma. 2. Kısa bir kelimenin iş göreceği yerde asla uzun kelime kullanma. 3. Bir kelimeyi metinden çıkarman mümkünse mutlaka çıkar. 4. Etken çatı kullanabileceğin hiçbir cümlede edilgen kullanma. 5. Günlük dilde kullanılan bir karşılığı olan kelimenin yabancı dildeki veya bilim dilindeki karşılığını asla kullanma.
Çocukluktan çıkmış her gencin , onu çocuk görmeye alışmış bir çevreye döndüğünde genelde hissettiği o hafif sıkılganlığı hissettim kabasaya geldiğimde.
Reklam
Bu oyun topluluğun değerinin ölçütüdür ve tüm düşüncelerin iflasıdır. İnsanların birbiriyle alışverişte bulanacakları düşünceleri olmadığı için, iskambil kağıdı alıp verirler ve birilerinin parasını almaya çalışırlar.
"Ey bu topraklar için Toprağa düşen" Bir karış toprağın Var mıydı yaşarken? Toprağa Düşen şiirinden
Milliyetçilik her şeyi mahvediyor. Tek bir vatanın her şeyin üstünde olması ne kötü! Vatanlarımızın aptallıklarının içine sürükleniyoruz. Dürüst ve iyi niyetli olmak neye yarar; eğer tepedeki bir avuç insan böyle olmak istemezse. Boğa kırmızı bez parçasına baktığında ne görüyorsa onlar da başka bir bayrağa baktıklarında aynısını görüyorlar. Bu vatanperverlikten sıyrılmalıyız. Vatanların canı cehenneme!
Nasıl ki küçük cisimler, gözümüze yakın tutulduklarında görüş alanımızı sınırlar, tüm dünyayı örterlerse; en yakın çevremizdeki insanlar ve olaylar da, son derece önemsiz ve değersiz olsalar bile, dikkatimizi ve düşüncelerimizi gereğinden çok, üstelik de hoş olmayan bir biçimde meşgul ederler ve önemli düşünceleri ve olayları uzaklaştırırlar.
Sanat, bir insanın muktedir olduğu en iyi şeyi, yani inancı, aşkı, güzelliği ya da istediği ve umduğu en iyi şeyi güçlendirir. Yüzme bilmeyen bir insan suya atladığında vücudu -kendisi değil-, kendini kurtaracak içgüdüsel hareketler yapmaya başlar. İşte sanat da suya atılmış bir insan bedeni gibidir, insanlığın manen boğulmasını engelleyecek bir içgüdüdür. Sanatçı, insanlığın manevi içgüdüsünün temsilcisidir.
Reklam
Kurnazlık bozuk para gibidir: onunla büyük şeyler satın alınmaz. Bozuk para ile bir insan ancak bir kaç saat yaşayabilir. Kurnazlıkla bir şeyi gizleyebilirsiniz, bir adamı aldatabilirsiniz, ama onunla geniş bir ufka varamazsınız, büyük olayları bir sonuca götüremezsiniz. Kurnazlık kısa görüşlüdür: burnunun ucundakini iyi görür, fakat çok defa insanı başkaları için hazırladığı tuzağa düşürür.
Sizin sevdiğiniz ile sizi seven asla aynı kişi değildir.
Programlanmış bir bilgisayar kadar özgür davranabilirsin. Bir dolar banknotu kadar biriciksin.
Neden insanlar uyuşturucu kullandığınızı öğrenince birden kendilerinde sizi aşağılama ve yargılama hakkını görüyorlar ki? Toplum, sıradanlığın dışında olduğunu fark ettiği insanları absorbe etmek ve değiştirmek için ilginç bir mantık kullanıyor. Düşünün ki ben her şeyi biliyorum; ama yine de hayatın kısa olduğunun farkında olduğum için ot kullanmak istiyorum. Seni bırakmazlar ki. Seni bırakmazlar; çünkü bu onların başarısızlıklarının bir simgesi olur. İşin aslı, sen sadece onların sana önerdiklerini reddediyorsun hepsi bu: bizi seç. Hayatı seç. Banka ipoteklerini seç, çamaşır makinelerini seç, otomobilleri seç, bir divana oturup televizyondaki sulu zırtlak, iğrenç programları seyretmeyi seç, ağzına rezil gıdalar tıkıştırmayı seç. Çürüyüp gitmeyi ve yetiştirdiğin gerzek veletlere rezil olacak biçimde kendi altına etmeyi seç. Hayatı seç. Eh, ben de yaşamayı seçmemeyi seçiyorum.
Yazma zevkini keşfedebilmem için yurtdışına çıkmam gerekti. İsveç’e gitmiştim ve iki seçenek vardı önümde: ya isveççe konuşacaktım ki çok az biliyordum, ya da ingilizce ki onu da konuşmakta çok zorlanıyordum. Bu dilleri iyi bilmemem haftalarca, aylarca, hatta yıllarca asıl söylemek istediğimi söylemekten alıkoydu beni. Söylemek istediklerimin ağzımdan çıkar çıkmaz gözümün önünde kılık değiştirdiğini, basitleştiğini, adeta küçük, komik kuklalara dönüştüğünü görüyordum. Kendi dilimi kullanma imkânsızlığı içinde bulunurken, dilimin bir yoğunluğu, bir kıvamı olduğunu, soluduğumuz hava gibi olmadığını, duyumsanamaz bir saydamlık falan olmadığını, aksine kendi yasaları, kendi kestirme yolları, dehlizleri, çizgileri, yokuşları, yamaçları, girinti çıkıntıları, kısacası bir fizyonomisi olduğunu, bir peyzaj oluşturduğunu ve bu peyzajda kelimelerle cümleler etrafında dolaşılabileceğini, özetle önceden göremediğim bakış açıları olduğunu fark ettim. Bana yabancı olan bir dili konuşmak zorunda olduğum isveç’te, o birden dikkatimi çeken fizyonomisiyle kendi dilimin, yabancı ülke veya gurbet dediğimiz yer’siz yerde kalırken mesken tutabileceğim en gizli ama en emin yer olduğunu anladım. Sonuçta tek gerçek vatan, insanın ayağını basabileceği tek toprak, başını sokabileceği, sığınabileceği tek ev çocukluğundan itibaren öğrendiği dildir.
69 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.