"Bunlar koyun derisine saklanmış kurtlardır. İnanmaya gelmez. Ne kadar Avrupa'da okusalar, terbiye görseler, yine bir gün dişlerini çıkarır, insanı parçalarlar. derdi. Ben dinlemedim. Ah ben dinlemedim. Sana inandım. Hiç böyle vahşileşeceğine; medenileri, Batılıları hor göreceğine, beni Türk yapmaya, çarşaflara hapsetmeye, hayvanlaştırmaya kalkacağına ihtimal vermezdim."
Reklam
"Türk çocuğu ile saatlerce konuşmasını kıskandılar. Çağırdılar. Aldırmadı. Yine çağırdılar. Tekrar çağırıyorlardı. Orhan: "Oh bu sinekler!" dedi, bir şey yapamazlar, yalnız taciz etmesini bilirler..."
"Türkler dünyanın en cesur, en asil, en güçlü milletlerinden biriydi. Asırlarca bütün Asya'ya hakim olmuşlar. Atilla Avrupa'yı köpek gibi inletmişti. Türkler medeniyet yollarını açmış, her yere kahramanlık, temiz kan, saf ahlak, yenilik ve seçkinlik götürmüşlerdir."
Seksen yıl önceki hayatı birden hatırladı; o zaman erkeklerden ayrı bir kadınlar dünyası vardı ki şimdi tamamıyla dağılmıştı.
... elli senedir gezmekle bitiremediği şu İstanbul "bir milyon küsur sayfalı" kocaman bir kitaptı.
Reklam
Felaket zamanında ümitsizlikte en boş, en çürük temeller üzerine ümit bina etmek ne hoş bir tesellidir!
".. Büyükleri küçükler, zenginleri fakirler, kuvvetlileri zayıflar, güzelleri çirkinler çekemezler... "
Reklam
Ömer Seyfettin'e göre, İran taklitçiliği gibi Batı taklitçiliği de bizi kendi öz benliğimizden uzaklaştırmış, bizi tabiata, hayata ve hakikate 'yabancı' kılmıştır.
Sayfa 121Kitabı okudu
Ömer Seyfettin, muzip bir biçimde kendi düşüncesine aykırı olan bir şiiri felsefesine uygun bir şekilde yeniden yazmış ve aynı temanın Yeni Lisan ile de terennümünün mümkün olduğunu ispat etmek istemiştir. Eğer Ömer Seyfettin başarırsa “herkesin okuyup anlayacağı gibi şeyler yazılacak, Türklerin de bir edebiyatı olacak, Türkler de kendi dilleriyle iftihar edeceklerdi” (Ömer Seyfettin, 2018: 332). Öyle de oldu. Yeni Lisan, az zamanda büyük yankı uyandırmış ve çok ciddi bir başarı elde etmiştir
“Milliyet ile dinin de farkı yoktur. İkisi birbirinden ayrılamaz. Milletsiz bir din olamadığı gibi, dinsiz bir millet de olmaz. (…) Milliyetini seven dinini de sever.” (Ömer Seyfettin, 2001: 360) diyen Ömer Seyfettin, kimliksel eklemlenmede bir başka unsur olarak dini görür. Kişiliğin olduğu gibi kimliğin / kendiliğin geliştiği ilk evre olan (Jacobson, 2004: 34) çocukluğu anlattığı öykülerinde, çocuk ile anne arasında kurulan ilişki “İlk Namaz” öyküsünde olduğu gibi dinî değerler aracılığı ile sunulur. Kenan Bey’in baba evinden anımsadığı dinî nesneler onun kendiliğe dönüşünü hazırlarken “Zeytin Ekmek” öyküsünde de öykü kahramanı Naciye’yi kendilik değerlerinden çıkmaktan uzak tutan yine dinî değerler olur. Kaybedilen topraklarda ötekinin dinî değerlere (Kuran-ı Kerim, cami, mescit vd.) karşı sergilediği davranışlar da okur çevrenin kimliksel eklemlenmesinde bir aracı unsur olarak kullanılır.
Radko’nun; “Sonra Türklere bakınız. Bu heriflerin aptallıkları o derecededir ki yalnız etnografyanın esaslarını kabul etmemekle kalmazlar, dünyada ‘kavmiyet, milliyet’ gibi bir şey olduğuna da inanmazlar. Kendilerinin milliyetçilerini bile şiddetle inkâr ederler. Tarihleri, Cengiz gibi, Hülagü gibi en büyük imparatorluklarına küfürlerle doludur. Bu milliyetsizlik yüzünden edebiyatsız, sanatsız, medeniyetsiz, kuvvetsiz, ailesiz, an’anesiz kalan Türkler, tabiî en basit hakikatlere de akıl erdiremiyorlardı.” (Ömer Seyfettin, 1999: 303) ifadeleri ile söyletilerek metnin kuruluşundaki amaç belirginleştirilir.
“Çanakkale’den Sonra” öyküsünde ise umutları yıkılmış, içinde yaşadığı toplumun sanatından, edebiyatından zevk almayan, milliyetini inkâr eden bir cemiyet içinde yaşamaktan yorgun düşmüş, mabedinde ilahi bir mefkûrenin dalgalanmadığı mekânlardan soğumuş, vatanın dört bir yanı işgale açık hâle gelmişken duyarsız insanlarla aynı topraklar üstünde olmaktan bıkmış, geleceğe ilişkin kaygı taşımadan evlenen, eğlenen insanların varlığından rahatsızlık duyan kısaca Osmanlı içinde bir Türk olmaktan dolayı8 yaşamaya soğumuş “Şuurunu kaybetmiş bir milletin esirliğini görmemek için kendini öldürmeye karar veren” (Ömer Seyfettin, 2007a: 88) yaşlı bir adamcağızın Çanakkale Savaşı’nın zaferle sonlanması karşısındaki değişimi anlatılır. Rusların İstanbul’u, İngiliz ve Fransızların Anadolu’yu ele geçirme ve Türkleri tarihten silme planlarının devamında gelen Çanakkale Savaşları karşısında etrafındakilere; “-Uyanınız! Kendinizi biliniz. Hayvanlar gibi gayesiz, teşkilatsız, medeniyetsiz yaşamayınız. Bir millet olunuz…” (Ömer Seyfettin, 2007a: 87) uyarısının da etki etmeyeceğini düşünen adamcağızın zafer haberlerini duyduktan sonra, öldü denilen bir ulusun yaşamakta olduğunu görmesi karşısında değişen hayatı konu edinilir.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.