Hani herkesin içten içe bildiği ama öyle olmadığını umduğu durumlar vardır ya. Felaketzedeler Evi de bu durumlardan birine ışık tutuyor. Sokağın tehlikelerinden kaçarken belki de başka sorunların batağına düşmüş insanların yaşadığı bir bakımevi... Küba sürgün hayatını Rosales'in ağzından dinliyoruz, hem de bütün açıklığı ve canlılığı ile birlikte. Hiçbir şeyi örtmüyor, saklamıyor, romantik bir anlatım diline sokmuyor. Doğrudan, yalın ve gerçekçi bir dil ile bağırıyor adeta. Kendi yaşadığı hayatını anlatıyor belki de bu yüzden bu kadar yıkıcı. Bir otobiyografik roman da denilebilir Felaketzedeler Evi'ne. Martìnez'in kitabın sonuna eklenen incelemesi bunu apaçık ortaya koyuyor. Yazarın hayatını, kitaba ve eserlerine yansımasını anlatışı dikkat çekici. Bu bölümün kitaba eklenmiş olması kitabı ayrı bir noktaya çıkardı zihnimde. Bu kitabı hızlıca okuyup bitirmek çok mümkün, dili o kadar akıcı ki. Bir çırpıda okunup bitebilir de. Peki ya kelimelerin ağırlıkları? Onlar bir çırpıda sindirilip yürekten silinebilirler mi? O kadar emin değilim. Amerikan rüyası ve göçmenler ile ilgili önemli bir ara kesitin romanı. Bu yazarla bu kadar geç tanışmış olmak beni üzdü açıkçası. Bu nedenle Jaguar Kitap'a büyük bir teşekkür borçluyuz okurlar olarak. Daha nice kitapta buluşmak dileğiyle!