Oruç; insanın katıldığı, her yıl bir ay katıldığı bir ruh şölenidir.
Üstün insanların davetlisi olduğu bir tabiatüstü ziyafet, bir gök sofrasıdır.
Yani, Samanyolunda Ziyafet.
Ve oruç tutmak, insan yüreğini canlı, cıvıl cıvıl sesli kuşlarla doldurmak değil midir? o kuşlar ki, adeta gökyüzüyle beslenir ve gök yüzünü örtünürler.
Şüphesiz, şeytan büsbütün yalana dayanmaz, büsbütün hakikata dayanmadığı gibi. Bir psikolojik realiteden çıkar yola. Bir benlik hakikatı yalan buluntunda gezdirir; her toprağa , umulmadık her toprağa âb-ı hayat gibi düşürdüğünü sanır. Ama düşen âb-ı hayat değildir. Dirilten yağmurlar olduğu gibi çürüten yağmurlar da vardır.
Kadir gecesi hangi gecede bulunduğunun kesin bilinmezliğiyle biraz da öbür gecelerin içinde değil midir? Öbür geceleri de bir projektör gibi aydınlatmıyor mu?
Gelin itiraf edelim. Çağımızda uygarlık diye sarıldığımız şeyin barbar yönlerini ve çehrelerini itiraf edelim. İnsanın suratına geçmiş öç ve kin maskesini damar damar kan çizgileriyle donatan kara ruhun çirkinliğini itiraf etme yiğitliğini gösterelim.
Bir kalemde çizip attığımız geçmiş zaman hakikatlarının dirilme ve diriltilme zamanının geldiğini itiraf edelim.
Duyuş, düşünüş ve davranışımızda özeleştiri ve geçmişle karşılaştırma gereğini yeterince idrâk etmediğimizi, kendi kendimize olsun, fısıldayalım.
Yeni diye sarıldığımızın hiç de yeni olmadığını, eski diye fırlatıp attığımızın da eskimek nedir bilmediğini görelim.
Görelim de, çıkış yolunu hep birlikte yeniden arayalım.
Ama, he şeyden önce, şu itirafsızlığı itiraf edelim.