" İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rasgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar "
Sadi anlatıyordu;
Henüz toy bir delikanlı idim.Şiraz'da bir kızı sevmiştim oda bana karşı ilgisiz değildi.Birkaç kez de buluşup konuştuk.Sonra araya ayrılık girdi.Ben gurbetlere gittim.On yıl onun aşkıyla coşup taştım,hasretiyle yanıp kavruldum.Nihayet yurduma geri döndüğüm vakit ilk işim onu aramak oldu.Beni görür görmez başladı siteme:
A Sadi!Meğer ne kadar vefasızmışsın!Bunca yıl geçti aradan ne bir haber, ne bir mektup?
Ona dedim ki:
Ey sevgisi kalbimde yer edinen selvi boylu!..Sen yüzünü görme bahtiyarlığından ben mahrum iken, o şerefi postacıya mı bağışlasaydım?
Lakin Mecnun'un elbette aklı vardı, ama aklını bütün gücüyle yalnızca Leyla'ya kapatmıştı. Akıl melekeleri çalışıyor,ama kendilerini yalnızca bir hedefe kilitledikleri, akıllarını sevdikleri kişiyle örttükleri için başka hiçbir şeye tepki vermiyorlar, sevdikleri bir Güneş ve onlar da güneşin ışığına tutuluyorlar, Güneşten kaçmaları mümkün olmadığı gibi onu kuşatmaları da mümkün değil, işte bu yüzden varsa yoksa güneşe bakıp ağlıyorlar.
Güneşe bakınca ağlayan birinde irade söz konusu mudur? kim güneşe bakar da gözleri yaşarmaz ki?!...
Mülkün sultanına kul olanlar , sultan bir sofra kurduğu zaman nimetlerden bolca istifade ediyorlar , gönlün sultanına kul olanlar ise her dakika ve her hal üzerinde nimetle dolu sofrada gibiler.