"Ey murabıt! Aşkla dokuduğun hicran mı vuslat mı, çaba ve endişenin hamlindeki memat mı milat mı bilmiyorum. Ama tüm ezberleri bozan destansı bir tarihe imza attığın bugünden görülüyor. Peki biz nerdeyiz, nerde duruyoruz, ne yapıyoruz, yaptıklarımız yapabildiklerimiz mi bilmiyorum. Bilmeyi istediğimizden de emin değilim.İsrailoğullarının 'Ya Musa senle Rabbin gidin savaşın.' dediği gibi demiyorsak da pratiğimiz bas bas bunu bağırıyor."(F.A.)
İnsan hangi yaşta olursa olsun ve ne kadar ilime sahip bulunursa bulunsun ve dünyayı ne kadar unutursa unutsun yakınında birileri ölünce ölüm denen Sırrı kavramaya başlıyor. Elbette ki ölüm sırrının hak olduğunu ve Allah'ın emrine karşı gelinmeyeceğini biliyor ama yine de hüzün ve hasret bir yandan yakıyor canını. Her gelenin gideceğini, her doğanın öleceğini ve her başlayanın biteceğini bilirim elbette. Lakin yine de insan kendini elsiz, kolsuz, dilsiz, sessiz kalmış gibi hissediyor. İçinde bir acı var, yalnızca "Allah" dediği an hafifliyor. Asla ölüme İsyan değil bu dediklerim, sadece Hasret...
Ama Vuslat var yine de ve bunu bilmek dahi içindeki ateşe bir yağmur gibi dökülüyor.
efsaneye göre, ağustos böcekleri yedi yıl boyunca toprak altında yaşarlar. geçirdikleri yedi karanlık yılın sonunda güneşli yeryüzüyle tanışırlar. fakat bu görkemli vuslat sadece yedi gün sürer. ağustos böcekleri yedinci gün ölürler. büyük haksızlık gibi görünen bu olay, başka türlüsünü bilmeyen ağustos böcekleri için olağan olmalıdır... peki ya onlardan bir tanesi yedinci günün sonunda da yaşamaya devam etseydi? hayatta kalan ağustos böceği için mükâfat mı olurdu bu, yoksa ceza mı?
minik kaoru, henüz altı aylıkken babasının sevgilisi tarafından kaçırılır. "yeni anne"si sonunda gizlenebilecekleri bir yer bulmuştur. burası, dış dünyadan kopuk, kadınların komün halde yaşadıkları; tuhaf bir tarikata ait sığınma evidir.
Peşinen bilmelisin ki çalışıp çabalamakla sevgiliye kavuşmayı hayal eden kişi boşa emek çeker; çalışıp çabalamadan ona ulaşacağını zannedense kendini aldatır. Kimse zahmet ve emekle vuslat hazinesine kavuşmadı; kimse de emeksiz o hazineyi bulamadı. Her koşan avını yakalayamaz. Avını yakalayanlar ise yine koşanlar arasından çıkar. O koşunun sonunda nefessiz kalmak da vardır.
Ölüme hazırlıklı olanlar,ölümden korku duymak yerine onu ebedi bir vuslat vesilesi olarak telakki ederler.Bunlar Ölümü güzelleştirebilme 'nin huzuruna ermiş mesud kullardır.
Gece yıldızlar öper seni usulca
Çiğ damlacıkları toplanır yanaklarında
Ufuklar ağarmaya duranda seher vakti
Bâd-ı sebâ demlenir dudaklarında
Arılar kokuna koşar gelir
Beyaz gül derler sen duvak takınca
Yeşil çimenlerde tamamlanır tuvaldeki resmin
Gülünce pembe pembe olur yüzün gülüm
İffetle birlikte anılır ismin
Seninle yeryüzüne bahar gelir
Kırmızı gül derler sen kızarınca
Kalbimin yangınıdır senin yüzüne vuran
Her mevsim en temiz sular öper
Harama göstermediğin ayaklarının altından
Böcekler usâresini emer yumuşak teninin
Sevdalın dağları aşar gelir
Bende figân başlar sen sarı açınca
Sayrı yapan bir sevdanın resmidir sarılık Vuslat köprüsünü seller götürür
Her ezgide keleplenir ayrılık
Aşka vedâsıdır gözlerinin
Hüzün sular gibi coşar gelir
Kimse zahmet ve emekle vuslat hazinesine kavuşmadı; kimse de emeksiz o hazineyi bulmadı. Her koşan avını yakalayamaz. Avını yakalayanlar ise yine koşanlar arasından çıkar. O koşunun sonunda nefessiz kalmak da vardır.