Sabah vakti evlere sıcak ekmek gidiyorsa her şey yeniden başlayabilir demektir. Dün unutulabilir, sıkıntılar unutulabilir, acılara alışılabilir; ümit yeşerebilir, hayat sevilebilir, yeniden yola çıkılabilir...
“Ben henüz, annesiz bir dünyada nasıl yaşanır, bilmiyorum.
Git gide, ancak yılda bir kez görür olduğum annemin telefondaki sesi bile, bu çirkin dünyada üzerime bulaşan kirlerden arındırmaya yetiyor beni. Bir anneyle ne konuşulur telefonda? Hiçbir şey!. Susulur... Dinlenir yalnızca o uysal, o temiz ve sicak anne sesi... O konuştukça kirlerinden arınır insan, katılaşan kalbi incelir, yumuşar ve bir çocuk saflığıyla döner günlerine. Anne, konuştukça yeniden, yeniden doğurur oğlunu.”
“Yaz gelince biz, eski bir alışkanlıkla annemize, uzakta bıraktığımız kendimize gideriz.
Anneler, orada hep beklerler, bitmeyen bir sabırla. Kıştan kalma meyveler saklar; üzüm salkımlarını keseleyip dalında bekletirler. Çokça ağrı biriktirir anneler ve fakat söylemezler sormaynca. Işıltilı bir gülümsemeyle pencere önlerinde öylece
otururlar. O uzak ve yalnız köylerde; daracık, mavi kanatlı pencerelerin ardında, kaybolmaz bir siluet gibi, gözleri yolda... "Yüzünde içi çiçekli eski kutu duruşu", odalara sığmaz olurlar. Dolanır, dolanır, bir yitiğini arıyor gibi, teneke kutulara saklanmış fotoğraflarda, bin kere açılıp kapanmış sandıklarda, eski ve solgun çeyizler arasında ve bir fincan kahvede o eski porselenlerle...
Anne, yok edemez içinin daraltısını. Birikmiş romatizmalar, yüksek tansiyonlar, azmış siyatikler, asırlık baş ağrıları daima...
Ama yine de helal sofralar, yine de hayır dua, yine de huzur ve esenlik..
Serin avlularda, dutların ve incirlerin gölgesinde akşamüstleri, 'hayal meyâl şeylerden' konuşmalar, sonsuz özleyişler, suskunluklar..
Anneler zaten eski bir suskunluktur.”