Bir felaket türü olan depremi, bir felaket türüne dönüşebilen insandan ayıran; depremin üzerinden zaman geçtikçe geri dönme ihtimalinin artması, insanın üzerinden zaman geçtikçe geri dönme ihtimalinin azalmasıdır.
İnsanı yoran ihtiyarlık değil gençlikmiş, yürürken öğreniyorduk. Bakılan her taşı, kaya parçasını, kayadan fışkıran bitkiyi genç bir zihinle görmek yoruyordu bizi.
Birbirine çok yakın ve bu nedenle karıştırılan duyguları (mesela herhangi bir konuya yönelik tutku ya da saplantı) ayırabilmek bazen küçük bazen de büyük yenilgileri gerektiriyor. Yani sürekli kazanan, asla kazanmış olmuyor.
Tarihin her anına şahitlik yapamazsınız ama şahit olmuşlara kulak verip diğerleri ile tanışabilirsiniz. Ben de bu kitaplar sayesinde bir kaç saatlikte olsa herbirinin ân’ında bulunabildim. Şermin hanımla 90’ların köyünde bir çocuktum, vişneli gazozun ilk keşfine şahit oldum oradanda okul günlerime uğradım sağolsun. Handan hanım tuttu kolumdan
Yangından kurtulan bir gencin dilsizliği ve sağırlığı onu cellatlığa hazırlar ama ne dilsizdir o, ne de işitmez. En zor kısmı da işitir ve konuşur olmasına rağmen işitmiyor ve konuşmuyor taklidi yapmasıdır. Bu durumda ne kadar başarılı bir cellat olabilir ki insan!? Ne kadar bigâne kalabilir idam mahkumunun yakarışlarına?!
İçimizde büyüyen yangınlar yine içimizde kendi celladımızı büyütür. Sessizliğimiz ve suskunluğumuz, insanların işitmiyor veya konuşmuyor olduğumuzu sanışı bir cellat doğurur içimizde. Ölüme bigânelik nereden baksan ölümdür. Kendi ölümüne bile bigânedir insan artık...
***
Ölümsüzlüğün sırrı bulunur birgün ama herkese sıra gelmez ölümsüzlük için. İnsanlar ölümsüz olmak için birbirlerini öldürmeye başlar. En yakın akrabalar bile öldürür birbirilerini! Ama hikâyenin başı daha tuhaftır. Çünkü insanlar, ölüler tekrar dirilip de ölümsüzlüğe talip olmasın diye toplu halde mezarlara gidip hayata dair en karamsar kitapları yüksek sesle ölülere okumaktadırlar! Ne tuhaf değil mi Allah ve Resulü iman edenleri hayata çağırıyorken (Enfal 24), hem de zaten hayatta olanları hayata/dirilmeye çağırıyorken... burada bir yargıya varmadan hayat ve ölüm üzerine tekrar düşüneceğim...
***
Hayatın içinden, satırlarından, satır aralarından, alışık olduğumuz kelimelerle ama alışık olmadığımız bir dizayn ile kurulmuş hikâyeler okudum kitapta. Farklı okumalara açık hikâyeleri seviyorum... İki bölümden oluşan kitabın ilk bölümü daha sıcak geldi bana...
2019'da okumuştum. Kısa hikayelerden oluşan hikaye kitabı yolculuk sırasında bile okunabilineceğini düşünüyorum. Kısa hikayelerden oluşan bu kitaptaki hikayeler uzun süre bilincinizde kalacak ve etkisinden çıkamayacaksınız. Herkese keyifli okumalar dilerim. ♡
İnatçı LekeHandan Acar Yıldız · Hece Yayınları · 201851 okunma
Nerden başlasam ne desem bilemiyorum. Kitabı bir inceleme de
Güray Süngü ile yazarın kaleminin benzetildiğini gördüğüm için alıp okumak istedim. Güray Süngü’ye olan bağım :D Handan Hanım’ı twitter aleminde de sık sık görüyordum. Yazarın dördüncü kitabı ve 2015 yılının en iyi öykü kitabı ödülünü almış. Hak etmiş mi? Sonuna kadar evet. Ben bu kadar ritimli akan bir öykü kitabı görmedim. İlk öyküsünü okuyunca “dur bakalım bu daha başı” dedim. İkinci, üçüncü derken kitabı yarılamışım bile. Öykülerinin hepsi çok kaliteli. Hayatın içinden ama gözümüzün ıskaladığı şeyleri de içinde barındıyor. Kitabı iki bölümde bölmüş yazarımız. İlk bölüm uzun hikayelerden, ikinci bölüm kısa hikayelerden oluşuyor. Bunu neden yaptığını anlamadım. Ama kısa öyküleri de gayet başarılı. Kitap son sayfasına kadar okumayı hak eden bir kitap. Bazı öyküler nereye bağlanacak acaba diye merak ettirme özelliği de var. Kitaba ve yazara lütfen şans verin. Ben genelde günümüz yazarlarına şans vermeyi sevmiyorum ama böyle verdiğim paraya sonuna kadar değecek bir değerde yazdıklarını görünce mutlu oluyorum. Bir de demek istediğim bir şey var, kitabı okuyanlar bilir :) “romanın ortasında Kerbela’nın ne işi var?”
İyi okumalar dilerim! :)