“Bu kadar çok kitabı okumak nasıl mümkün olabilir?” diye soruyorum.
“Bir tanesi ile başlıyorsun işe,” diyor. “Sonra diğerine geçiyorsun. İnşallah, ömrün uzun olur diye dua ediyorsun.”
Biz insanlar iyileşmek ya da en azından katlanmak ve unutmak için yaratılmış olsak da, acı çekmek zihnimizde o kadar derin kalıplar bırakır ki, bazı yaralanmaların, izleri uzun zaman önce silinmiş olsa bile asla iyileşmeyeceğini düşünüyorum
İngiliz yazar Peter Hobbs‘un dilimize çevrilen ilk romanı ‘Bostanda, Kırlangıçlar’ isimsiz kahramanımızın uzun yıllar hapis yattıktan sonra yaralanmış ruhu ve bedeni ile hayata tutunmaya çalıştığı şimdiyi ve hapse girmeden önce gönül verdiği bir aşkın en masum, en doğal halini hissettiği geçmiş günleri anlatıyor.
“Ben Saba,” dedin, adın bana
Bazı aşk öyküleri bambaşka bir yerdedir. Kırıktır onlar. Kısa süren çocukça bir aşkın on beş senelik bir esaret boyunca devam etmesinin öyküsünü anlatır bu kitap.
Her şeyiyle dert ve tasa olan Ortadoğu coğrafyasında sınıf ayrılıklarının daha başlama safhasında yerle yeksan ettiği bu aşkın mağdur kahramanı bir yazı yazar on beş yıldır görmediği sevgilisi için.
Bostanda, kırlangıç sesleri ile başlayan bir aşkın bostanda, kırlangıç sesleri ile biten öyküsünü.
Bu kitabı D&R'daki iş arkadaşım Çilem Abla hediye etmişti bana. O kitap bölümü sorumlusuydu. Yayınevleri arada bir kitap hediye edermiş ona. O da çalışanlara birer tane verip kalanını kendine ayırırmış. Diğerlerine yine bir tane verip söylediğine göre beni çok sevdiği için bana 4-5 tane vermişti. Onlardan biri işte.
Öncelikle