Tuna Serim gerçek bir medya emektarı. Muhabirlikten yazı işleri müdürlüğüne kadar hemen her konumda görev yapan Tuna Serim aynı zamanda üretken bir yazar; deneyimli bir televizyon ve radyo programcısı ve televizyon eleştirmeni. Türkiyenin ilk tartışma programını hazırlayıp sunan da o.
Yıllara, yollara ve arzulara yenik düşen bir aşkın hikayesi. "Piraye aşk ve sevgiydi, diğer kadınlar tutku." diyen Nazım içinde bulunduğu şartlarda sevgisini, aşkını tutkularına feda etti. Sonradan pişman olsa da kararlarıyla yaşayan, onurlu Piraye'ye bir daha affettiremedi kendini. Daha önceleri de aldatıldığını bilen Piraye her seferinde affetse de bu defa başkaydı. Bir cümle... Mektuptaki bir cümleyle bitirdi içindeki Nazım'ı ya da bitirmiş gibi yaşamayı seçti. Gerçekten içlerinden atabilmişler midir sevgilerini muamma, bunun cevabı ikisinde gizli. Hayata devam, başkasına gidiş her zaman bir aşkın bitmesine yeter mi? Unutan, unutmak isteyen adam kendi oğluna eski karısının oğlunun adını verir mi?
Kitap, Nazım ve Piraye'nin yaşamını konu edinse de dönemin Türkiye'sinden de izler taşıyor. Anlatımı oldukça sade. Genel olarak hikaye tarzında ilerlese de biyografiye dönüşen bölümleri var. Özellikle kitabın son kısmında Nazım Hikmet'in Türkiye sonrası hayatı tamamen biyografik olarak verilmiş.
Piraye öldü aşkından. Yine de dönmedi Nazım’a. Çünkü “Senin adını saatimin kayışına kazıdım Piraye” diyen Nazım’ın kol saatinde Vera yazıyordu. O gün aşk öldü.
Aşk romanları okumayı sevmem, aşk üzerine olan kurgular aşırı boğuyor beni. Ama gerçek bir aşkı okumak bundan çok ayrı elbette ki... Hele mevzu bahis Nâzım ise. Nâzım ile Piraye, hiç vuslata erememiş iki âşık. Belki de Piraye Nâzım‘a, Nâzım ise aşka aşık demeliydim. Nâzım’ın kendisini ve ideolojisine o kadar hayranım ki objektif olabileceğimi sanmıyorum. Aynı zamanda Piraye’de gönlümün güzel köşesinde sevdasıyla, onuruyla, gururuyla, vazgeçmeyişiyle ama dönemeyişiyle de duruyor öylece... Nâzım’ın hayatı o kadar üzüyor ki bunu daha nasıl ifade edebilirim bilmiyorum. Bağımsızlığına, egemenliğine, ülkesine, davasına bu kadar düşkün bir adamın yıllarca hatta ömrünce demir parmaklıklar ardında kalmasını asla yediremeyeceğim. Bu, dönemin çoğu şairi için de geçerli elbette.
Bu aşk için Nâzım’a kızamıyorum. Tek kızgınlığım o kadar naif seven bi adam nasıl oldu da sevdiği kadına “Nasıl olsa benden vazgeçmez.” gözüyle bakabildi. Vazgeçişler bazen içinde sevgiyi de barındırabilir. Vuslatın vakti hiç gelmedi ama belli ki kavuşsalardı aşk olmazdı:)
Kitaba gelecek olursak konu güzel işlenmiş olsa da anlatım gerçekten kötüydü. Tasarımın da cezbedici bir yanı yoktu ama yapılan iş kaliteliyse hiç bir önemi kalmıyor tabii ki. Anlatım ve tasarım kesinlikle kitaba basitlik katmış. Halbuki konu gerçekten hoş ve sürükleyiciydi:( Kitap yalnızca Piraye ve Nazım’dan bahsetmiyor, Nazım’ın biyografisi niteliğinde aynı zamanda. Bu da kitabı daha dolu kılıyor. Ama Nazım’ı ve Piraye’yi sevmesem ilgimi çekip okur muydum? Sanmıyorum.
Son olarak;
“Piraye öldü aşkından, yine de dönmedi Nâzım’a...”