O böyle bir tutkuyla başkalarının 15-20 yılda öğrendiklerinden daha fazlasının 3-5 yılda öğrendiğini, karşılaştığı birçok hocanın da onun bu durumunu mucize ve keramet olarak nitelediğini hayatı boyunca övünerek anlatır. O çocukluk yıllarında başta Arapça olmak üzere Temel İslam Bilimleri, felsefe ve mantıkla ilgili birçok eseri ezberlediğini anlatır. Bütün bu öğrendiklerini de onu, "hedefine götürecek bir basamak" olarak görür.
Ancak Türkçe okuma-yazmayı bile henüz bilmeyen, yaşadığı dünyadan habersiz olan Dursun'un, hem de daha çocuk yaşta, kelam, felsefe ve mantık ile ilgili eserleri kavraması beklenemez. Bundan dolayı okuyup ezberlediği bu eserler çoğu zaman onun kafasının karıştırır, zaman zaman kendi deyimiyle Tanrı'yla "kavga" eder; kitaplarda "Adem'in topraktan, Havva'nın onun kaburga kemiğinden, Hz.Muhammed'in nurdan, Hz. İsa'nın Cebrail'in üfürüğünden, kendisinin ise meniden yaratıldığını" okur ve bunu haksızlık olarak yorumlar. Özürlü bir kızı, ormanda başı kesilmiş bir insanı, nehri geçerken boğulan arkadaşını, kurbağayı yutan yılanı gördüğünde bütün bunlardan dolayı sorumlu tuttuğu Tanrı'yı rüyasında görür ve O'na yaptığı işleri beğenmediğini söyler.
Çocukluğunda koşullandığı "en önde olma", "kendisinden herhangi bir şekilde söz ettirme" tutkuları, din adına yaşadığı bütün negatif tecrübeleri, ileride bilinçaltından çıkacak, büyük ölçüde şahsiyetini ve dine bakışını etkisi altına alacaktır.