“Kendi benliğine güzellikler katmak için âşık olmak isteyen kişi aşkın ne olduğunu bilemezdi. Aşk hiç ummadığınız, hiç beklemediğiniz bir anda buluverirdi sizi. İnsan âşık olmayı seçmezdi. Aşk onu seçerdi. Sadece varlığını kaybetmeye hazır olan insan o kapıdan içeri girebilirdi. Bu mucizevi duygu, her gün yeniden ölen Tanrı'nın kendisine inanmamız için gösterebildiği tek delildi. O sabah Ali için de öyle oldu. Aşk birdenbire, güneşin altında parıldayarak, yüzlerce tesadüfün gizemli uyumuyla kapıdan içeri girdi. Güllerin arkasında karanfiller, morlu beyazlı şebboylar ve isterliçeler… Başka türlü seven, başka türlü gören, kimselere benzemeyen Ali…”
Bir anda karşıma çıkan ve yazarını bile tanımadığım kitap, bir kaç sayfasına bakıp kapatır uyurum dediğim ama uykusuz gecemin sebebi olan kitap.
Bu kitabı ne Ali’nin Verda’ya olan aşkı için ne de Hüseyin’in Nergiz’e olan adanmışlığı için değil, doğal olana muhtaçlığımızın yanında çıkarsız sevdalar için baş kaldırışın en katıksız hali olduğu için sevmiş olma ihtimalimin yüksekliği karşısında eteğimdeki tüm taşları dökmemi sevmiş olmam yüksek ihtimal. İnsan olabilmenin, çıkarsız olabilmenin resmini çizmesi kitaba tutunma nedenim sayılabilir