Dünya hayatında cari olan ilahi nizamin bir ölçüde izahı vardır. Allah, insanlar arasında içtimai dengenin kurulmasını bazı sebeplere bağlamıştır. Bu itibarla insanlardan bir kısmı zengin bir kısmı fakir, bir kısmı güçlü bir kısmı zayıf, bir kısmı sıhhatli bir kısmı hasta, bir kısmı mumin bir kısmı münkir olacak ki, bunlar arasında kurulacak alakalar, yeryüzünün imar edilmesini temin edecektir. Tıpkı müspet ve menfi kutuplar arasında ışık ve enerji meydana geldiği gibi insanlar arasında vuku bulan savaşlar da bu hikmete bağlıdır. Bu ilahi nizamın prensiplerindendir.
Bismillahirrahmanirrahim
Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a âit olmasın...
(Hûd, 11/6)
(Sadakalar) kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir. İffetlerinden dolayı (dilenmedikleri için), bilmeyen onları zengin sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. Onlar insanlardan arsızca (bir şey) istemezler...
(Bakara, 2/273)
Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.
(Furkân, 25/67)
Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben, onlardan bir rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum.
(Zâriyât, 51/56-57)
Ebû Kerîme el-Mikdâm b. Ma’dîkerib’in (ra) Resûlullah’tan şöyle işittiği nakledilmiştir:
Âdemoğlu midesinden daha zararlı bir kap doldurmamıştır.
Oysa belini doğrultacak birkaç lokma insana yeter. Daha fazla yemek mecburiyetinde ise karnının üçte birini yemeğe, üçte birini içeceği suya ve üçte birini de nefesine ayırsın.
(Tirmizî, Zühd, 47)
NİÇİN UNUTULUR? Rüyaların, sabahleyin silinip gittiği bilinen bir gerçektir. Elbette hatırlanabilirlerde; çünkü rüyaların varlığını ancak uyandıktan sonraki onlara ilişkin belleğimizle bilebiliriz. Ama bir rüyayı sadece kısmen anımsadığımız zaman, gece rüyamızda daha çok şeyin bulunduğu duygusu taşırız; sabahleyin hâlâ canlı olan bir rüyaya ilişkin anımsıyor olduklarımızın, günün akışı içinde küçük kırıntılar dışında nasıl silinip gittiğini de gözleyebiliriz; sık sık ne gördüğümüzü bilmeksizin rüya gördüğümüzü biliriz; rüyaların unutulmaya yatkın olduğu gerçeği bizim için açık bir şeydir. Öyle ki birisinin gece rüya görüp de sabahleyin rüyasında ne gördüğünün, hatta rüya gördü ğünün farkında olmaması bize saçma gelmez. Ayrıca, bazen rüyaların bellekte olağandışı bir inatçılıkla korunduğu da olur. Hastalarımda, yirmi beş yıl, hatta daha önce görülen rüyalar analiz etmişimdir; en az otuz yedi yıl önce görmeme rağmen, belleğimde o günkü kadar canlı olan bir rüyamı anımsayabiliyorum. Bütün bunlar, ilk bakışta anlaşılmasa da son derece dikkate değerdir.
Kimi gün bir türkü, kimi gün şiirlerle
Kitaplarla daha çok, giderek kitaplarla
Sabırlı, içten, yalın
Örnekler çıkarıp adım adım
Küçücük bir kentin kapalı hayatından
Bana dünyaları gösteren dost...
Telaşını taşıyorum yıllardır
Konuşurken birbirine vurduğun parmaklarının
Ve içine yüreğini koyup koyup
Ak güvercinler gibi ağzından uçurduğun
O büyülü, sıcak, doğru sözlerinin...
Sesini çoğaltıyorum sesler içinde
Bir tutku gibi geciktikçe büyüyen
İnancının onurunu taşıyorum yıllardır.
"YA RABBĨ! CEBRAİL, MİKÂİL, İSRAFİL, AZRAİL HÜRMETLERİNE VE ŞEFAATLERİNE..."
Bir gün bir duâda, "Ya Rabbil Cebrail, Mikäil, İsrafil, Azraîl hürmetlerine ve şefaatlerine, beni cin ve insin şerlerinden muhafaza eyle" meâlindeki duâyı dediğim zaman, herkesi titreten ve dehşet veren Azrail námını zikrettiğim vakit gayet tatlı ve
Hayat ne kadar tek kişilikti. Dumanlar, bacalar, karanlık, ayaz, dağlar içinde nal seslerinin eşlik ettiği bir ayaz gecede kendi resmi ona öyle tanınmaz geliyordu ki bin kere baksa doyamıyor, yemin etseler inanamıyordu.
Bir kişi bile değilim yalnızlıktan
Gözlerim ormanlara asılı
Ağaçlar, kırlar ve şehirler geçiyor kaputumdan
O kadar geçiyorlar ki, sadece duyuyorum
Bir an, bir yerde ölümü tanımazlığımdan.
Bir hayatı olduğunun çok da farkında değildi. Hayat için ne yapması gerektiğini bilmiyor, hayat zaten onu yaptı zannediyordu. Kendisini onun içinde duracak, beğendiklerinin yanına
varacak, mor çiçekleri seçip başkalarına da gösterecek zannediyordu. Mor çiçekleri görmesi ama göstermemesi, dağa çıkması ama dağı sevdiğini bildirmemesi, herhangi bir sevdiğini ifşa etmemesi, gergin olmadığını bile bildirmemesi gerektiğini anladı. Hayat ile o gece tanıştı ve hiç sevmedi. Ama bunu ona belli etmemesi gerektiğini saniyeler önce öğrenmişti.
"ÜMMETİMİN ALİMLERİ BENİ İSRAİL'İN PEYGAMBERLERİ GİBİDİR."(1)
Hadis için Demirî ve Askalânî; Aslı yoktur, dediler. Zerkeşî de böyle demiş, Suyuti ise sükut etmiştir."
Said Nursî, bu hadisi de diğerleri gibi kaynak vermeden rivayet etmiştir. Hadisin aslı olmadığından haberi de yoktur.
Hadis, sadece sika imamların kitaplarından alınır. Hangi hadisin sahih, hangi- sinin zayıf, hangisinin merdut, hangisinin makbul olduğu kendisine müracaat edilen imamlardan alınır. Bu imamların koydukları kaidelerden birisi şöyledir: Bir hadis rivayet eden, senedini açıkça belirtmek ya da kim tahriç etmişse ona isnat etmek zorundadır.(3)
1- Şualar, 80; 486; Kastamonu Lâhikası, 9; Barla Lähikası, 385.
2- Aliyyu'l-Kari, Esraru'l-Merfü'a, 247; Şevkanî, Fevaidu'l-Mecmu'a, 286.
3- Ebû Şehbe, Sünnet Mudafaası, 1/190.
Bir coşkunun zihni daha açık kıldığı ve iyi fikirler esinlediği fark edildiği için, en büyük coşkularla en iyi fikirlerin ve esinlerin geleceği zannedildi: böylece delilere bilge ve kehanette bulunan kişiler olarak saygı gösterildi. Yanlış bir çıkarım var
bunun temelinde.
Sayfa 96 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyor