Süreç boyunca İslamcılık ve muhafazakarlık giderken milliyetçileşirken, milliyetçilik ise giderek daha muhafazakar daha İslami bir tona bürünmüştür. Çünkü komünizme karşı mücadelenin ideolojik tahkimatı ve kitlesel mobilizasyonu için milliyetçiliğin seküler varyantı ve bir Orta Asya/Turan mitosu yeterli olmamakta, militan kadrolara öbür dünyanın/cennetin de bir "Gaza konsepti" içerisinde vadedilmesi gerekmektedir. Benzer bir şekilde, komünizme karşı mücadelenin dinsel boyutunun mutlaka "vatan, millet ve devlet savunusu" ile iç içe geçmesi bir zorunluluk olarak görünmektedir. Tam da bu nedenle, Nihal Atsız'ların Türkçü faşizmi Soğuk Savaş boyunca giderek marjinalleşirken, Türklükle İslamı, milliyetçilikle muhafazakarlığı/İslamcılığı sentezlemek/ bir araya getirmek isteyen düşünsel girişimler Türk sağında daha baskın hale gelecektir. Dolayısıyla Soğuk Savaş'ın başlangıcından 12 Eylül darbesine doğru giden yaklaşık otuz beş yıllık süreç boyunca, solun yükselişine paralel bir şekilde, Atsız'ların Türkçü faşizminin marjinalize olmasına mukabil, Necip Fazıl'ın düşüncelerinin Ülkücü Hareket içerisinde baskın hale gelmesi, dahası Necip Fazıl 'ın komünizme karşı "son umut" olarak Ülkücü Hareket'e sığınması, Nurettin Topçu'nun komünizme karşı muhafazakarlıkla milliyetçiliği sentezlemeye çalışması ve sonrasında Ahmet Arvasi'nin "Türk-İslam Ülküsü" formülasyonunun hareket içerisinde hayli taraftar kazanması şaşırtıcı değildir. Türkiye'nin yakın tarihinde devletin İslamizasyonu ile Türk sağının İslamizasyonu iç içe geçmiş, süreçler birbirine paralel bir şekilde ilerlemiştir. * * *