1867 yılının son ayları, Kara Afrika’nın talihinin, zifiri kara’ya dönmeye başladığı tarihtir. (...) Güney Afrika’daki Orange nehrinde altın peşine düşenlerden biri, oldukça parlak bir çakıl bulur.
Annem, 1867 yılında, İmparatorluk Matbaasında basılan, İran'daki Fransa Büyükelçiliği eski çevirmeni J.B. Nicolas tarafından Farsça'dan çevrilmiş Hayyam'ın Dörtlükleri'ni almışmış. Babam ise beraberinde, Edward Fitz Gerald'ın 1868 baskısı Ömer Hayyam’ın Rubaiyat'ını getirmişmiş.
Babam diyordu ki: "Annen ne kadar memnun olduğunu, benim kadar saklayamadı. İkimiz de yaşamlarımızın birleştiğinden emindik. Bunun basit bir rastlantı olduğu, aklımıza bile gelmemişti. Ömer, bize o an, kaderin bir işareti gibi geldi. Bunu görmezlikten gelmek günah olurdu.
Ona göre Türklerin gelişi Allah’ın Müslümanlara bir lütfuydu ve onlara zayıflık ve çöküş döneminde güç ve yenilenme getirmiştir. İbn Haldun, Kitabul-lber, c. v, (Bulak: 1284/1867), s. 371; çevirisi B. Lewis,
Kadın haklarına yönelik bulabildiğim en erken tarihli ilkeli tartışma, on dokuzuncu yüzyılın büyük Osmanlı yazarı, Genç Osmanlılar'ın lideri Namık Kemal tarafından 1867'de Tasvir-i Efkâr gazetesinde yayınlanmış bir makalede yer almaktadır: "Kadınlarımızın insanlığa çocuk doğurmaktan başka faydası yokmuş gibi görülüyor; müzik aletleri veya mücevherat gibi sadece bir hizmet nesnesi olarak görülüyorlar. Ancak cinsimizin yarısı hatta belki de daha fazlasını kadınlar teşkil etmektedir. Onları başkalarının maişetini ve gelişimini sağlamaktan alıkoymak halk iştirakinin temel kurallarını ihlal etmektir. Sanki milletimizin yarısı felçli bir vücuda benzemektedir..."