Şeker Portakalı, José Mauro de Vasconcelos’un çocukluk anılarından esinlenerek yazdığı dokunaklı bir eserdir. Beş yaşındaki Zeze’nin yoksul ve sevgisiz bir çevrede büyürken hayal gücü ve duygusal zenginliğiyle hayata tutunma çabası anlatılır. Zeze, ailesinden gördüğü ilgisizlik ve şiddet karşısında bahçesindeki portakal ağacına sığınır, ona Minguinho adını verir ve onunla dostluk kurar.
Zeze’nin yaşamındaki zorluklar, sevgiye duyduğu ihtiyaç ve hayalleri, hikâyeye derinlik katar. Ona sevgiyle yaklaşan Portekizli Manuel Valadares, Zeze için baba figürü haline gelir. Bu bağ, Zeze’nin hayatında iz bırakır ve ona güven duygusunu hissettirir. Roman boyunca yoksulluğun ve sert gerçeklerin karşısında çocukluk masumiyeti ve hayal gücünün iyileştirici gücü çarpıcı bir şekilde işlenir.
Romanın belki de en vurucu cümlesi Zeze’nin acısını ve sevgiye duyduğu özlemi özetler:
“Yüreğim o kadar çok acıyordu ki, ölsem bile bir şey hissetmezdim.”
Sade ama etkileyici bir dille kaleme alınan Şeker Portakalı, sevgi, dostluk ve umudun insan hayatındaki önemini hatırlatan bir başyapıttır. Zeze’nin dünyası, okuyucuyu derinden etkiler ve hayatta her zaman biraz hayale ihtiyaç olduğunu anlatır.
Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf romanı, Yusuf’un küçük bir Anadolu kasabasındaki yalnızlığını ve hayata tutunma çabasını merkezine alır. Yusuf, ailesi bir eşkıya saldırısında katledildikten sonra Kaymakam Salâhattin Bey tarafından evlat edinilir. Fakat bu yeni hayat, onun kalbindeki derin yalnızlığı dindiremez. Yusuf, ne üvey ailesine ne de kasabanın insanlarına uyum sağlayabilir. Tek sıcaklığı Muazzez’e duyduğu aşkta bulur; ancak kasabanın yozlaşmış insanları ve kader, bu aşkı da karartır.
Roman, Yusuf’un hem çevresiyle hem de kendisiyle verdiği mücadelenin trajik hikâyesini anlatırken, dönemin toplumsal sorunlarını da çarpıcı bir şekilde gözler önüne serer. Yusuf’un sert ama kırılgan karakteri, olaylar karşısındaki sessiz direnişi, okuyucuyu derinden etkiler.
Alıntı:
“Yusuf, bahçenin karanlık köşesinde yalnız başına oturuyordu. Kalbindeki acıyı dindirecek ne bir insan vardı ne de bir söz. Dünya, onun için hep aynı karanlıktı.”
Bu satırlar, Yusuf’un derin yalnızlığını ve taşranın boğucu atmosferini özetler. Sabahattin Ali, sade ve vurucu bir dille insan ruhunun karmaşıklığını muhteşem bir şekilde anlatır.