Bir halkın ya da kentin en gizli köşeleri ve yönleri kitaplardan ya da sürekli dolaşarak, gezerek değil, yetiştirdiği büyük insanlardan öğrenilir. Insanlarla ülkeleri arasındaki gerçek ilişki, ancak yaşayanlarla kurulan düşünce dostluğu sayesinde öğrenilebilir; yalnızca dışarıdan gözlemlemek gerçekdışı ve peşin yargıya neden olur.
Hayatın ve tutacağın yol hakkında kararsızlığa düşüp de bir ışık aradığın zaman, fikrîni ve görüşünü soracağın kimseyi iyi seç. Düşün ki, isabetsiz bir fikirden hareket ederek verdiğin karardan bütün ömür boyunca pişmanlık duyman mümkündür. Fakat isabetli bir fikirden aldığın ışık da bütün ömrünce yolunu aydınlatır.
Fakat, dikkat et okuyucum. Öğrendiklerimi uyguladım ve uyguluyorum diyemem. İlim ne yazık ki pratik gerektirmez. İnsan, mesela sigara ve içkinin sağlığa ne kadar zararlı şeyler olduğunu bilir de bilgisi ile hareket edip bu tiryakiliklerden kolayca vazgeçemez. Çünkü ilmin kaynağı zekâ, işin ise, iradedir.
Yaşamda anlam bulmanın ikinci yolu, bir şey -iyilik, doğruluk, güzellik gibi- yaşamak, doğayı ve kültürü yaşamak, son ve bir o kadar önemlisi de olanca eşsizliğiyle bir insanı yaşamaktır. Yani onu sevmektir.
Bir insanın iki farklı toplumdaki tek konumunun, iki çelişik görev üstlenmesi mümkündür. Maneviyatçılığa, ahlaki yetişmeye, maddi hayattan, güç istemekten ve ekonomi düşkünlüğünden kaçınmaya, tüketim uygarlığıyla savaşmaya çağıran bir düşünürün sözleri bir çağrı değil, şiir ve felsefedir. Bu ancak onu, kendi çevresine (toplumsal ve tarihi konumunda) zamanını ve yerini oluşturan gerçekliklere oturtup üzerinde yargıya vardığımız zaman "çağrıdır." Çünkü aydın için daima "nerede ve ne zaman" soruları mevcuttur.
Tıpkı yaşamdaki işlerin son derece gerçek ve somut oluşu gibi, "yaşam"da bulanık birşey değil, son derece gerçek, son derece somut birşey anlamına gelir.