Mevcut durumda kendimizi hep yanlış anlıyor, başka insanlarıysa nadiren anlayabiliyorduk. Deneyim denilen şeyin ahlaki bir değeri yoktu. Deneyim, insanların yanlışlarına verdikleri isimdi.
Her mükemmel varlığın ardında da mutlaka bir trajedi vardır. Sanki en sıradan çiçeğin açması için bile dünyanın şiddetli doğum sancıları çekmesi gerekiyordu...
Vahşi yanımızı kesip atarak, kendi kendimizi inkâr edip sakatladık ama o vahşi yanımız trajik bir hayatta kalma mücadelesi vermeye devam ediyor. İnkâr ettikçe cezalandırılıyor. Boğarak öldürmeye çalıştığımız içgüdülerimiz, zihnimizi kuşatıp bizi zehirliyor.
Bugünlerde insanlar kendilerinden korkar oldu. Görevlerin en ulvisini, kendilerine karşı olanı unuttular. Hayırseverler hayırsever olmasına, açları doyurup yoksulları giydiriyorlar. Gelgelelim kendileri çırılçıplak, ruhları açlıktan kıvranıyor.
Sana çok kötü davrandığına gerçekten inanıp içerleyeceksin. Seni aradığında bu sefer ona soğuk ve umursamaz davranacaksın. Aslında yazık olacak zira bu seni değiştirecek.
O an... İçimden bir ses korkunç bir bunalımın eşiğinde olduğumu söylüyordu. Kaderimde çok büyük kederler olduğunu hissediyordum. Korkuya kapılarak orayı terk etmek üzere kapıya yöneldim. Bunu bana yaptıran vicdanım değildi; bir tür korkaklıktı.
İçine duygu katılmış her porte sanatçının portresidir aslında; modelin değil. Model yalnızca bir vesile, bir rastlantıdır. Ressamın açığa çıkardığı şey model değildir; boyalı tuvalin üzerinde asıl ifşa edilen ressamın kendisidir. Bu resmi sergilemek istemememin sebebi ruhumun sırrını ele verme korkusudur.