İdeolojiler Çağı'nın genel ruhu, politikası “yeni insan, yeni aydın” yetiştirme üzerine kurulu esasına bakılırsa. Kimisi “yeni aydın kuşağının yetişmeme.si”nden yakınırken (Karakoç, 1999: 46), Aliya'nın da beklediği aslında “ne cahil Müslüman ne tahsilli mürtet” olmayan bir İslami aydındı (İzzetbegoviç, 2018; 22). Dönemin ruhuna bağlı olarak sosyalist aydınların çok güçlü bir şekilde geldiği, Karakoç'un yakınmasına da neden olan ve öncülük vasfıyla darbeciliğe de uç veren aydınların tam zıddında yani muhafazakarları “halka tepeden bakması” ithamı da söz konusu olabilir; tabi sosyalist aydınlar da Demokrat Parti'ye oy vermesinin nedenlerini anlayamadığı için halkı “cahil” görür... bu da sosyalist aydınlanmacılığın “halkın içinden çıktığı” tezini meşrulaştırma girişiminden ibarettir (Boran, 2016: 35; Ulus, 2016: 47).
Burada ortaya çıkan mesele ve gerilim, harsı yani halkın kültürünü esas alıp onun içinden yetişen aydın arayışı gibi gözükse bile bir bakıma İslam ile kendini tanımlayan aydına karşı Boran (2016) gibi isimlerin sahiden halkı düşündüklerini söylerken İslam'ı devre dışı bırakmaları hatta halkın geleneksel yaşantısını, kültürünü yok saymalarıdır.
Özellikle 1960'ların solunda aydının üstünlüğü nedenleri son derece mühimken Stalin'in “hiçbir yönetimin aydın olmadan ayakta duramayacağı” doktrinini bir kenara not etmeli (Hoffer, 2017: 21). Aydının devletle bağlantısı, aldığı vazifeler her dönemde farklı farklıdır.