Evinin kapısından adımını atar atmaz öylesine ağırlaşıyordu ki her şey, kanı yavaşlıyor, nefesleri uzuyordu. Yeryüzünün en sert kahvesini yapsa ve en soğuk duşunu alsa, yine de içine ve dışına yapışmış bu hüzunlü sükunetten kurtaramıyordu kendisini. Üstelik hiçbir acı vermediği halde, sırf eksilişini farkedebildiği için kurtulmayı deniyordu bu halden. Bedenini salondaki eşya yığınının ortasına bıraktığı zaman, etrafında kendisinin de sıkça şaşırdığı kaygısız bir dünya görüyordu.
İçinizdeki öfkeyle başbaşa bıraktilar sizi. Kendinizden utanmalıydınız. Varlığınız dinmeyen bir ağrı olmalıydı ki şefkatle kapınızı çalıp acılarınıza son verebilsinler.