5 EYLÜL 1970, GECE 1’DE RESMÎ OLARAK KABUL EDİLDİ.
HALK BİRLİĞİ (UNIDAD POPULAR) 34 BİN OY FARKLA ZAFERİ KAZANMIŞTI.
ALLENDE 1.070.334 OY ALDI (%36,22).
ONU 1.031.159 OYLA ALESSANDRI TAKİP ETTİ (%34,89).
TOMIC 821.801 OYLA ÇOK DAHA ARKADAN GELİYORDU (%27,8).
KUTLAMALAR DERHÂL BAŞLADI.
801. İbni Ömer radıyallâhu anhümâ şöyle dedi:
Elbisemin etekleri topuklarımdan aşağı sarkmış vaziyette Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in huzuruna uğramıştım. Resûl-i Ekrem:
“Abdullah, elbisenin eteklerini yukarıya kaldır!” buyurdular. Ben de hemen kaldırdım. Sonra:
“Biraz daha kaldır!” buyurdu, ben biraz daha kaldırdım. Ondan sonra elbisemin Resûl-i Ekrem’in tasvip ettiği şekilde olmasına daima dikkat etmişimdir. Topluluktan biri:
– Nereye kadar kaldırmıştın? diye sordu. İbni Ömer:
– Baldırlarımın yarısına kadar kaldırmıştım, diye cevap verdi.
Müslim, Libâs 47
İlk hadiste erkeklerin elbise eteklerinin, diz kapağı ile topuk arasında kalan, eski dilde incik denilen, ama daha çok baldır diye bilinen kısmın yarısında olmasının en güzel giyinme diye nitelendirilmesi iki sebebe dayalı olabilir: Birincisi, yolları ve sokakları kirli olan mahallerde dolaşan insanın elbisesine birtakım pisliklerin bulaşması bu sayede önlenmiş ve dinimizin çok önem verdiği hususlardan biri olan tahâret, giyilen elbisenin dış temizliği büyük ölçüde gerçekleşmiş olur. Resûl-i Ekrem zamanının birkaç bin nüfuslu ve geçim kaynağı daha çok ziraatçilik olan Medine şehrini veya benzer şehirleri ve daha küçük çaptaki yerleşim birimlerini ve köyleri dikkate alacak olursak, bu emir ve tavsiyelerin ne kadar önemli olduğu kendiliğinden anlaşılır.
Mescid-i Aksa'ya atfedilen kutsallık gereği sahabe ve tabiin neslinden başlayarak Müslümanların Kudüs'e ziyaretleri süreklilik arz etmiştir. İslam coğrafyasının farklı bölgelerinden özellikle hac mevsimlerinde Kudüs'e ziyaret maksadıyla gelen birçok âlim burada ikamet ettikleri zamanlarda ilmî faaliyetlere katılmışlardır. Kudüs'teki ilmî hayata öncülük eden Ebü'd-Derdå, Ümmü'd-Derdå ve Ubåde b. Sâmit gibi sahabilerden hadis rivayetlerinde bulunan Kabisa b. Züeyb (86/705?) ve Abdullah b. Muhayriz (99/717) bu âlimler arasında zikredilebilir. Sahabeden Firûz ed-Deylemi'nin oğlu Abdullah ile Kur'ân'ın tamamını ilk defa tefsir eden Makátil b. Süleyman'ın (150/767) Kudüs'ü ziyaret ettikleri ve bu ziyaretleri esnasında ilmi faaliyetlere katkı sağladırlan bilinmektedir. Bunların yanı sıra Kudüs'te ilimle meşgul olanlar arasında Süfyan es-Sevri (161/778), Ibrahim b. Edhem (161/778) ve Rabiatü'l-Adeviyye (185/801) gibi ilk dönem zahit ve sufi âlimler de bulunmaktadır. Şafii mezhebinin kurucusu İmam Şafiî (204/820), muhaddis ve sufi yönüyle tanınan Bişr el-Hafi (227/841), Kerramiyye firkasının kurucusu Muhammed b. Kerrâm (255/869), Hanbeli fikıh âlimi Ebü'l-Ferec eş-Şîrâzi (486/1094), Şafii fıkıh âli- mi ve hadisçi Nasr b. İbrahim el-Makdisî (490/1096) Kudüs'teki ilmi faaliyetlere katkı sağlamışlardır.
‘iki yoldan seviyorum seni: bencilce,
ve sonra, sana yakışır biçimde,
bu bencil sevgisiz ki her düşünceyle seni düşünmekten kendimi alamıyorum,
senin yarattığın en saf sevgiyle
benim hayran bakışlarımdan peçeyi kaldırdın,
ne onda ne bunda benim övülecek bir yanım yok:
övülecek olan sensin, biliyorum,’
Amil, şirketin durumuyla ilgili hiçbir bilgi veya belge bırakmadan ölmüşse Hanefî ve Hanbelîler’e göre sermayenin aynı bulunmasa bile bekasına hükmedilerek misli vedîa gibi terekesinden alınıp sermayedara aktarılır (a.g.e., md. 1430; krş. md. 801, 1355). Helâk olduğu ihtimalini de göz önünde tutan Şâfiîler ise terekeye bir şey terettüp etmeyeceği görüşündedir. Mâlikîler mudâribin üzerinde emanet ve borç yükü olduğu halde ölmesi, sermaye ve emanetin aynıyla mevcut bulunmaması durumunda terekesinin mudârebenin tarafları, mûdiler ve alacaklılar arasında paylaştırılacağı kanaatindedir.
Ahmed-i Gazzali tasavvufunun en önemli özelliği aşktır. Daha önceleri büyük sufilerden Rabiatu'l-Adeviyye (ö. 185/801), Haris el-Muhasibi (ö. 243/857), Ebubekir Şibli (ö. 334/949), bunlardan da öte Ahmed-i Gazzali'den iki yüzyıl önce yaşayan ve bütün sufi aşıkların sultanı olan Cüneyd-i Bağdadi ve daha niceleri aşktan söz etmiş olsalar da aşk yoğunluklu tasavvuf alabildiğine derinlikli olarak daha çok Ahmed-i Gazzali'nin düşünceleri ve eserlerinde görülür. Bütün bu sufiler aşktan, muhabbetten, Tanrıya karşı tutkunluktan söz etmişlerse de Ahmed-i Gazzali'nin aşk mektebi bambaşka ve özgün bir dünya olarak diğerlerine benzemeyen özellikler gösterir. Onun aşk sözcüğüne yüklediği anlam ne insanın Tanrı'ya ne de Tanrı'nın insana olan aşkıdır. O "mutlak aşk"ı konu alır, aşkın aşamaların dan genel olarak söz eder. Söz konusu "aşık" ister insan olsun ister Tanrı ister şeytan. Söz konusu "maşuk" ister Tanrı olsun ister insan. Bu özellikler ve derin anlam yüklemeleri, Ahmed-i Gazzali'den önceki mutasavvıflarda, çağdaşı sufi şeyhlerde, bundan da öte kardeşi Muhammed-i Gazzali'de bile görülmez.
Babinger, «Die Geschichtsschreiber der Osmanen und Ihre Werke» (Osmanlı Tarihçileri ve Eserleri) adlı eserinde Behcetüttevârîh'in İstanbul kütüphanelerinde acemce dört nüshasını gösteriyor.
Bunlardan Veliyeddin Efendi kütüphanesinde 2342 numarada gösterdiği nüsha Accemce değildir. Kanunî devrinde bu kitap «Fârsî» mahlesli bir şair
H.800 (M. 1398) baharında, bu defa yeni bir istikamete, kuzey Hindistan'a doğru yola çıktı. H.801 'in Rebi'yyü'l-ahirinde (1398 Aralığı) Delhi'ye vardı; ordusu kenti yağmaladı ve yakıp yıktı. Bu, Timur'un askerleri üzerinde denetimini kaybettiği ve ordusunun onun tasarlamadığı bir tahribata yol açtığı nadir durumlardan biriydi. Buradan ordusunu alıp Ganj dolaylarında gezindikten sonra, H.801 (M. 1399) baharında Semerkand'a döndü.
Sabah, günün en uğurlu vaktidir. Şanslı olmak istiyorsan, daha doğrusu şansını yönetmek, arttırmak istiyorsan, erken kalkacaksın. Sabah erken kalktığın günler sayısınca bahtın açılır.
Katlanamadığımız, bizi rahatsız eden her şeyle dalga geçmeye, alay etmeye, onları eleştirmeye devam edeceğiz. Çünkü yaşıyoruz ve hâlâ hayattayız.
Hayat var oldukça mizah bitmez...
Rabia: (713-801 )
Sufidir.
Tanrı sevgisini cezaya, ödüle dayandırmaz.
Bu nedenle bir elinde su testisi, öbüründe meşaleyle dolaşırmış.
Suyla cehennem ateşini söndüreceğini, meşaleyle de cenneti yakacağını söylermiş.