Atatürk, yalnızca Kurtuluş Savaşı günlerinde değil, daha 1916'da, Osmanlıca'nın kaypak, bulanık yapısından yakınıp tuttuğu günlüğe şöyle yazmıştır:
"7 Teşrinisani 1332 Pazartesi (20 Kasım 1916) (…) Emirlerde "maksad"ın suret-i tebliği anlaşılmamıştır… "Gaye" ile "maksad" karıştırılıyor!… Bir de icra kumandanı, akıl kumandanı olacak!…"
Atatürk, yakınında yer alan ve çok iyi Osmanlıca bilen icra kumandanına "gaye" ile "maksad"ı birbirine karıştırdığından dolayı işte böyle kızıyor. Onun günlüğünden bir aktarma daha yapalım:
"9 Teşrinisani 1332 Çarşamba (22 Kasım 1916) (…) Talimnameden "marş"ı kaldırıp "yürü!" demeliyiz.
Atatürk 1916'da Fransızca kökenli "marş" sözcüğünün kaldırılmasını, yerine Türkçe kökenli "Yürü!" sözcüğünün konulmasını önermiştir.
Sanırım aktardığım bu küçük örnekler, Osmanlıcanın Osmanlı aydınları arasındaki iletişimde dahi sorun çıkaracak denli bulanıklaşmış bir dil olduğunu yeterince göstermiştir. Evet, Osmanlıca yalnızca aydın ile halkı birbirinden koparmakla kalmamış, aydın ile aydını da birbirini anlayamaz duruma düşürmüştür. Bu savımı Namık Kemal'in şu sözleriyle kanıtlayabilirim:
"Bir günlük gazeteyi anlayabilmek için dahi seksen kere sözlüğe bakar olduk!"