Şiir nedir diye sorulduğunda herbirimiz okuduğumuz şaire bağlı olarak birbirinden farklı cevaplar vereceğiz muhtemelen. Kimimiz için yabancı bir şarkıdır mesela ,ne demek istediğini anlamasak bile şiirde öyle bir ahenk kurulmuştur ki ruhumuzu yeni bir dünyaya taşır.Kimimiz içinse türküdür, dinledikçe düşünceleri deryasına götürür. Kimimiz için bir romandır, uzun bir hayatı anlatır. Kimimiz için bir hikayedir, kısa bir hayatı anlatır. Kimimiz için bir tablodur, baktıkça kendimizi buluruz. Kimimiz için bir bilinmez ,kimimiz için bir aşk ,kimimiz için bir oyun ,kimimiz için bir sinema... Örneğin; Sezai Karakoç yabancı bir şarkı olmuştur çoğu kez,Edip cansever bir tablo ,Necip Fazıl bir türkü , Nazım Hikmetse hikaye, romandır benim için.
Ne kadar zor olsa da şairlerin siyasi görüşlerini arka planda bırakmaya çalışıyorum. Bu görüşlerden şairlerin eserlerinden hep mahrum kalıyoruz çoğu zaman. Bugün 'şu'cu ya da 'bu'cu dediğimiz birinin şiirini çok rahat bir şekilde okuyamıyoruz maalesef hakeza diğeri içinde geçerli bir durum bu. Şiirlere önyargılı bir şekilde yaklaşmadığımız müddetçe tüm şiirlerde bir şeyler bulabiliriz kendimizden diye düşünüyorum. Bir şairin dediği gibi"Şiir öyle bir dildir ki başka hiçbir dile çevrilemez,yazılmış göründüğü dile bile"
Evet, Nazım Hikmet benim için bir hikaye, bir romandır.Her yazdığı şiirin arkasında muazzam bir hayat vardır.Genelde günde üç şiirden fazla okumamaya çalışıyorum;çünkü okuduğum her şiiri önce kendim yorumlamaya çalışıp sonrasında şiirlerin bir araştırmasını yapıyorum, bulduğum ya da yorumladığım kısımları not alıyorum. İşte Nazım Hikmet'in şiirlerini araştırdıkça kendisiyle geç tanıştığım için hayıflandığımı söylemeliyim.Bu kitapta not aldığım kısımları paylaşmak istiyorum:
-22 yaşındayken"Güneşi İçenlerin Türküsü" şiirini yazar.Sömürgesiz bir dünya,elleri nasırlı köylülerin hakkının verilmesi gerektiği, halkın umutsuz olmamasına aksine güzel günlerin yakın olduğunu bağırarak söyler. "Akın var güneşe akın ! Güneşi zaaaptedeceğiz güneşin zaptı yakın!"
-"SalkımSöğüt" ile zaman karşısında yenilen insanının sonunu anlatır.Tabi sadece zaman değildir;yakın arkadaşı olan Valla nurettin'in onu bırakıp gitmesine de sitemdir bu şiir. "Birden bire kuş gibi vurulmuş gibi kanadından yaralı bir atlı yuvarlandı atından! Bağırmadı,gidenleri geri çağırmadı, baktı yalnız dolu gözlerle uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!"
-"Bahri Hazer"ile Hazar gölünü ve Türkmenli bir kayıkçı'nın Hazar gölündeki durumunu ve Kayıkçı'nın ekmeğini çıkardığı gölün eninde sonunda mezarı olacağını, kelimeleri yarıda bırakma oyunu ile içene işleyerek aktarır: "Aldırma anam ne çıkar! Ne çıkar kudurtsun Karayel suları, Hazerde doğanın Hazerdir mezarı!"
-Kerem Aslı hikayesindeki Kerem'e atıf yaparak,kendilerini yarı yolda bırakan ve kendisinin de bu yolu bırakmasını isteyen arkadaşlarına sitem ederek toplumsal bir çağrı yapar.Aydınlarin halk için yanmayı göze alacak kadar içinde halk sevgisi olması gerektiğini,Kerem Aslı hikayesi'nde Kerem'in Aslı'ya kavuşmak için nasıl kül olduysa,herkesin huzur bulmasi için gerekirse Aydınlar kül olmayı göze alınmalı. "Ben yanmazsam sen yanmazsan biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa ."
-Nüzhet hanım Nazım'a çok aşıktır.Tek gayesi Nazım'la hayal ettiği evde hayatlarını sürdürmektir;ama Nazım deli doludur yerinde duramaz,Nüzhet hanım ise tam tersi sakin bir hayat yaşamaktadır.Nüzhet hanım bu tempoyu kaldıramayacak,Nazim'dan ayrılacaktır, felsefe hocası da olan Servel Berin ile evlenecektir.Bir gün Nazım, Tiyatro çıkışında Nüzhet hanım ve kocası ile karşılaşır, çok üzülür "Mavi Gözlü Dev ,Minacık Kadın ve Hanımeli".Şiirini yazar. "O mavi gözlü bir devdi. Minnacık bir kadın sevdi. Mini minnacıktı kadın. Rahata acıktı kadın yoruldu devin büyük yolunda. Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, girdi zengin bir cücenin kolunda bahçesinde ebruli hanımeli açan eve."
-Başlamayan bir Aşk'ın bitiş şiiridir "Bir Ayrılış Hikayesi".Bir çok şaiirin aşık oldugu Sukufe Nihal hanım'a Nazım Hikmet'te aşık olur hem de sırılsıklam.Birgün dayanamaz Sukuefe hanim'a bir mektup yazar "ben sizin için çıldırıyorum siz bana aldırış bile etmiyorsunuz"der ,Sukufe hanım mektubu alır ve sadece güler,Nazım Hikmet'in kalbi yaralanır ve bu şiiri yazar. "Erkek kadına dedi ki: - Seni seviyorum, ama nasıl? kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beşyüz yüzde hudutsuz kere yüz... "
-Nazım Hikmet zor durumdadır ekmek parası için kara kara düşünmektedir. Peyami Safa'nında yazarlık yaptığı,faklı ideolojiye sahip dergiden teklif alır .Nazım politikaya karışmamak şartıyla Orhan Selim takma adıyla yazmaya başlar.Sürekli tepki gösteren her iki gruba tepki olarak "Orhan Selim "şiirini yazar.Özellikle kalemini sattı diyen arkadaşlarına ağır bir şekilde yüklenir şiirinde. "Fakat bugün Sende beni sattığını gösteren bir tek satır bulanin alnını karislarim ."
-Bursa cezaevinde yatarken nişanlısı Piraye'ye :davasının hiç iyi gitmediğini idam verilebileceğini söyler .Piraye mektubu aldığında hemen cevap olarak :"sana bir şey olursa ben yaşayamam" yazar ve gönderirir.Nazım mektubu okur okumaz alır elline kalemi başlar "Karıma Mektup"şiirini yazmaya . "Haydi bunlara boş ver. Bunlar uzak bir ihtimal. Paran varsa eğer bana fanile bir don al, tutu yine bacağımın siyatik ağrısı. Ve unutma ki Daima iyi şeyler düşünmeli mahpusun karısı."
-Hapishanede Şeyh Bedrettin hikayesini okuyup etkilenen Nazım yapay bir şeyh Bedreddin destanı yazarak ortaya "Şeyh Bedrettin Destanı"şiirini yazar. "Boynu vurulacak iki bin adam, Mustafa ve çarmıhı cellat, kütük ve satır her şey hazır her şey tamam."
-Kuvayi Milliye Destanı’nı, Ali Fuat Cebesoy’un İsmet İnönü’ye iletmesi üzerine İnönü'nün: “Anadolu Savaşı’nı Nazım, bu destanla bir kez daha kazandı" sözlerine Mazhar olmuştur. Bu şiirde ne ideoloji var ne de kavaga bu şiir bir halkın topyekun düşmana isyanı var.Bu şiir onu vatan haini olarak görenlerin bile bunu ancak vatanını seven biri yazar dedirtirmiştir. Ne yazaki ki,Nazım bunu cezaevinde bitirse de maalesef kitabı kimse basmadı. Nazım öldükten sonra basılabildi. "Onlar ki toprakta karınca ,suda balık Havada kuş kadar cokturlar. Ve kahreden yaratan ki onlardır, Destanimizda yalnız onların maceralari vardır."
-Hapiste olsa dahi Nazım memleket hasretini haykırmaya devam eder : "Memleketimi seviyorum Çınarında kolan vurdum,hapishanelerinde yattım . Hiç bir şey gideremez iç sıkıntımı Memleketimin şarkıları ve tütünü gibi." ... Sen şimdi yalnız saçımın akında, enfarktında yüreğimin, alnımın çizgilerindesin memleketim,memleketim,memleketim...
-Deniz Harp okulu öğrenci olayında Nazım Hikmet'in kimseyle iletişime geçmemesi için tek başına bir hücreye koyup,56 gün tecrit ederler.Ama Nazım alır not defterini başlar yazmaya "Bir Cezaevinde,Tecritteki Adamın Mektupları " şiirini . "Belki avluda bir ağaç bulunur ama gökyüzünü başımın üstünde görmek bana yasak... Burası benden başka kaç insanın evidir? Bilmiyorum. Ben bir başıma onlardan uzağım, hep birlikte onlar benden uzak. Bana kendimden başkasıyla konuşmak yasak."
-Nazım denizde,havada ve karada yaşayan canlılar üzerinden, kardeşlerine sitem eder . "Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, Hani şu derya içre olup deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf..."
-Nasıl bir adaletsizlik ki Cinayet işleyen ve kapkaççılık yapan katil Osman bile hapisten çıkarken,hiçbir suçu olmayan Nazım'a 28 yıl verilir !! "Ben içeriye düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya Ona sorarsanız: Lafı bile edilemez , mikroskopik bir zaman Bana sorarsanız : On senesi ömrümün."
-Yaşamak nefes alıp vermekle yaşanabilecek bir durum değil,yaşamak ne olursa olsun ölüme karşı durarak yaşamakla mümkün . "Yaşamak şakaya gelmez , büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın ... Yani ,nasıl ve nerde olursak olalım hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak... "
-Hapisteki tecrübesinden de yaralanarak yeni gireceklere tavsiyesi de vardır ama ne tavsiye ... "Bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiç bir zaman. Bir de kimbilir,sevdiğin kadın seni sevmez olur, ufak iş deme,yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir, içerdeki adama. İçerde gülü, bahçeyi düşünmek fena, dağları, deryaları düşünmek iyi. Durup dinlenmeden okumayı yazmayı, bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana, bir de ayna dökmeyi, Yani içerde on yıl, on beş yıl daha da fazla hatta geçirilmez değil,geçerilir,kararmasın yeter ki sol memenin altındaki cevahir!"
-Roman tadındaki şiirlerinden olan yazılışından 35.yil sonra yayınlanan "Memleketimin İnsan Manzaraları'ndan" tren garında bulunan galip usta ile çocuk olan Kemal'in şiiri: "Galip Usta tuhaf şeyler düşünmekle meşhurdur: Kaat helva yesem her gün diye düşündü 5 yaşında Mektebe gitsem diye düşündü 10 yaşında. Babamın bıçakçı dükkanından Akşam ezanından önce çıksam diye düşündü 11 yaşında. Sarı iskarpinlerim olsa kızlar bana baksa diye düşündü 15 yaşında...
-Nazım "Vasiyeti'ni"yazsa da gerçekleşmez maalesef .Özellikle şiir de geçen ırgat Osman ile şehit Ayşe'nin hikayesini öğrendikten sonra bu şiirden etkilenmemek çok zor: Kurtuluş savaşı dönemlerinde,demirci köyü'nde yaşayan ırgat Osman,gönlünü güzelliğiyle köydeki herkesi büyüleyen Ayşe adlı bir kıza kaptırır.Ayşe de osman'ı sevmektedir. Köyün ağası Hacı Ethem'in oğlu Hasan da Ayşe'ye aşık olur. Gel gör ki Ayşe osman'ı sevmektedir; Hasan'ın Ayşe ile evlenmesine tek engel osman'dır. Osman'ı öldüre bilmek için köyün kabadayısı olan Ali'den yardım ister Hasan. Ali osman'ı bıçaklayarak öldürür. Bir çınar ağacının altına gömer.Kurtuluş savaşı yılları olduğu için katil bulunamaz ama köydeki herkes katilin kim olduğunu bilir. gelgit zaman artık Osman'ın çınar ağacının altında bulunan mezarı da yoktur; hafriyat alınırken bilinmeyen bir yere defnedilir. "Anadolu'da bir köy mezarlığı'na gömün beni. Hasan Bey'in vurdurduğu ırgat Osman yatsın bir yanımda ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda."
-Japonya'ya atılan Atom bombası bulut oluşturarak Anneleri ,çocukları ,gelinleri ve ihtiyarları zalimce öldürmesine isyan eder. "analardır adam eden adamı aydınlıklardır önümüzde gider. sizi de bir ana doğurmadı mı? analara kıymayın efendiler. bulutlar adam öldürmesin."
-1945'te Hiroşima'ya atılan bombayla ölen ve hala etkisinden olan çocukların ağzından bir kez daha isyan eder ve herkese seslenir çocukları öldürmeyin : "Benim sizden kendim için hiçbir şey istediğim yok Şeker bile yiyemez ki Kaat gibi yanan çocuklar ."
-Nazım'in peşini birakmazlar bir türlü. Nazim'da eşi Münevver ve iki aylık oğlu Mehmet'i bırakarak Bulgaristan'nin Varna sehirindebki 3 katlı Bor oteline yerleşir.Karadeniz'e bakan bu yerde oğlu Memet'e seslenir ama Memet babasına dargıdır babasının ona "Memet" demesine bile içerlenir "Hayır benim adım Memet değil Mehmet'tir"der.Babasıyla ölünceye kadar sadece 15 gün beraber olur öldükten sonra da onun hakkında hiç konuşmaz . "Karşı yaka memleket, sesleniyorum Varna'dan, işitiyor musun? Memet! Memet! Karadeniz akıyor durmadan, deli hasret, deli hasret, oğlum, sana sesleniyorum, işitiyor musun? Memet! Memet!" Ah Varna'da Bor otelinde oturup Nazım'i okumak vardı beee..
-Nazım'in umudu git gide azalmaktadır artık . Hükümetinin vurdumduymazlıgi,gerçirdigi kalp krizleri artık ülkeye dönemeyeceğini gösteririr.Memlekete duyduğu hasretle haykırır. Cem karaca'nin enfes yorumunuda buraya bırakayım https://youtu.be/p_ibErhjDS8
Çok yorgunum, beni bekleme kaptan. Seyir defterini başkası yazsın. Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman. Beni o limana çıkaramazsın...
-"Ben bir ceviz ağaciyim Gülhane park'inda. Ne sen bunun farkındasin ne de polis farkında " Bu şiiri ilk Cem Karaca'dan dinlemiş çok sevmiştim.Bir de edebiyat öğretmeni arkadaşımdan bunun hikayesini dinlemiştim: Rivayet odur ki Nazım Hikmet birgün Piraye'yle Gülhane park'inda buluşmak için randevulaşır.Tabi o aralar Nazım kaçak olduğundan polisler tarafından aranmaktadır. Nazım parkta Piraye'yi beklerken polisler çıka gelir.Nazım alelacele ilk gördüğü ceviz ağacının tepesine çıkar.Orda beklemeye başlar .Ama gel git zaman polisler bir türlü oradan ayrılmazlar. Bir süre sonra Piraye de gelir,Nazim'da polislerden ses veremez .Zaman hızla geçmektedir .Ne polisler ne de Piraye parktan ayrılmamaktadır . Nazım da bakar olacak gibi değil,çıkarır not defterini başlar "Ben bir Ceviz Ağacıyim Gülhane parkı'nda"şiirini yazmaya.Diye anlatılmıştı bu hikaye bana,benim için bir efsaneydi, ta ki "Asım Bezirci'nin Nazım Hikmet" kitabını okuyana kadar.Maalesef orada bu rivayetin doğru olmadığı ,Şair bu şiiri yazdığında Rusya'da olduğunu hatta Gülhane park'inda ceviz ağacı'nin olmadığını Nazım'in anısına 2000'li yıllarda İstanbul büyükşehir belediyesi tarafından ceviz ağacı ekildiği yazilmıştı.Her bu şiiri okuduğumda keşke bu gerçeği öğrenmeseydim diyorum.
-Yaşadığımız anın geçici olduğunu doğum , ölüm ve yokluğu muazzam bir şekilde tasvir etmiştir . "Su başında durmuşuz çınarla ben suda suretimiz çıkıyor çınar'la benim. Suyun şavkı vuruyor bize, çınar'la bana."
-1958'de Nazım Hikmet şehirlerin gülü olarak kabul ettiği Paris'e Vera ile beraber gelir .Vera'yi bir yerde bırakarak, işçilerle beraber paristeki protestlara katılır . "Henüz vakit varken gülüm Paris yanıp yıkılmadan, Henüz vakit varken gülüm Parisliler,Parisliler Paris yanıp yıkılmasin..."
-Avni Arbaş Nazım hikmet'in en yakın arkadaşıdır. 1919 yılında dünyaya gelen ve babası kuvayi milliye'de subay olan Avni erbaş aynı zamanda bir ressamdır. Özellikle at tablolarından etkilenen Nazım bu şiiri yazmıştır. "Bana Avni'nin atlarına binmek nasip olmasa gerek ama Memet binecek, gelecek düşmanla topuz topuza!" Son Olarak Genco Erkal ve Fazıl Say'in olduğu "Nazım Hikmet oratoryosu nu şiddetle izlemenizi tavsiye ederim. https://youtu.be/Wmg9zmmwrSg İyi okumalar...
Aşksın sen biliyorum Ve bir gün bilmediğimi öğreneceğim en güzel yerinden Ya vefalı gönlünden, Ya en derin duygundan, Yada minik kalbinden. Beyaz bembeyaz bir papatya misali bilmece duruyor olacak,avucunda En güzel en doğru. En çok ben cevap vereceğim senin bilmecene. Parlayan yıldızın salınan ayın Karasına gecenin, doğuşuna güneşin. Aymışına günün ve uzununa yolun. Özlemden bir türkü asacağım. Çok manidar olacak ama sana şiir de okuyacağım. Uzun uzadıya anlatmaya gerek yok seni. Her an beklediğim yollarını gözlediğim helal sevdam. Ve bir gün olur da gelirsen, Kıssasına ömrümün en güzel hikayesi yazacağım.
KARMAŞIK HAYATLAR Bugünlerde öykü kitapları okuyorum.Geçmişten bugüne Türk edebiyatının öykü serüvenini izlemeye, özellikle günümüz yazarlarını keşfetmeye çalışıyorum. Her şeyin hızla tüketildiği, odaklanma güçlüğünün yaşandığı, zamanın çok kıymetli olduğu bu çağda çabucak okunan öyküler, günümüz okuruna daha fazla hitap ediyor diye düşünüyorum. Okuma günlerimde “Beşinci Köşe”adlı kitabıyla karşıma çıkan Gamze Güller; derin ve yalın anlatımıyla beni hem hüzünlendirdi hem de düşündürdü. Kitap bittikten sonra da anlatı, kafamda sürmeye devam etti. 2013 Orhan Kemal Ödülü’ne layık görülen eserde; samimi, gerçekçi sekiz kısa öykü yer alıyor.Yazarın ilk kitabı “ İçimdeki Kalabalık”la birleşerek okurlara sunulan kitap, bize birbirinden farklı dünyaların kapılarını açıyor.
İlk öykü “Bal Kemiği”nde İlişkileri çıkmaza giren bir çift, av üzerine konuşuyor.Hikâyede adama haz veren, tehlikeli bir eğlence olmaktan ileri gidemeyen bir kadının umutlarına ve aşkına vedasına tanık oluyoruz. Evli adama kalbini veren kadının, adamın sevdiği değil de avı olduğunu fark etmesiyle yaşadığı hayal kırıklığı, kalbi koruyan kemiğin etinden sıyrılması adeta...
“Hayvanın göğsünde kaburgasının da altında, daha derinde bulunan kalbi koruyan tek bir kemik.Azıcık et olur içinde.Sıyırarak yersin.Zor bulunur, tek bir kemik parçası...Ama bir de tadı olur ki...”
Gamze Güller, öykülerinde öğretmekten çok göstermeyi tercih ediyor.Kahramanların kendileri ile yüzleştikleri, varoluş sancısı yaşadıkları özgün, sarsıcı hikâyeler yazıyor.Bunu yaparken de metin içinde bilinçli olarak boşluklar bırakıyor.Okurun zekasına güvenen, onun katılımını arzulayan bir yapı içerisinde kurulan öyküler, boşluklar tamamlanarak okunduğunda bütünselliğe ulaşılıyor.
“Gerçek Hayattan Fotoğraflar” da bunlardan biri.Hayatta istediği başarıyı elde edemeyen bir fotoğrafçının gerçek dünyadan kopuşu, hayal dünyasına dalışı anlatılıyor hikâyede. Düş ile gerçek arasındaki belli belirsiz sınıra dayanıyor anlatı.
Kitaba ismini veren “Beşinci Köşe” adlı öyküde hayatta bir yer edinemeyen yalnız bir kadın anlatılıyor.”Tek başına yitip giderken biriyle çoğalıp dünyalara karışma”isteğiyle sevdiği adamın iş yerine giden kadının, onunla asansörde dokuz kat inerken aklından geçen düşünceler, okuyucuya geçiyor.Kadın, tek kişilik varoluşuna beni de dahil edecek, diye beklerken birinci kata gelindiğini haber veren çınlama sesi ile irkiliyor.O vakit, yazgısının hiçbir zaman değişmeyeceğini anlıyor.
“Işıldayan rakam bana bütün ömrümün özetini veriyor.Hayat 1, ben 0.Ve tek başıma olduğumu bir kez daha hatırlatıyor bana.”
“Kirazların Açtığı Gün”de kaybolan temizlikçisi Döne’nin ardından gecekondu mahallesine giden kadının hikâyesini okuyoruz.Öykünün merkezinde sınıf çatışması yer alıyor.Kirazların açtığı gün doğan bahtsız Döne’nin dünyası, kahraman anlatıcınınki ile iç içe geçiyor.Kadın, yanında çalıştırdığı Döne’nin evden ayrıldıktan sonra nereye gittiğini neler yaşadığını, nelere katlandığını hiç düşünmediğini fark ediyor; vicdan azabı duyuyor.
“Kendimden utanarak gözlerimde yaşlarla yürüdüm.Döne’ye mi ağlıyordum, buradaki sefalete mi yoksa kendi aymazlığıma mı bilmeden...”
“Son Durak” adlı öykü, şu çarpıcı cümlelerle başlıyor:
“Filler, ölmek için doğdukları yere giderlermiş.Ama ben, hayatta en mutsuz olduğum yeri seçmişim ölmek için.Yaşamak üzerine düşünüp durmaktan vazgeçtiğim gün de yola çıkmaya karar verdim.Hiçbir şey yapamıyordum, bir yere ait hissetmiyordum kendimi...”
Bu hikâyede, hayatına yabancı kalan, yaşamını başka birininmiş gibi izleyen güçsüz, çaresiz bir kadının, acılarının başladığı yere dönüşü anlatılıyor.”Ben olmanın farkına” varabilmek için çırpınan kadın, verdiği mücadeleyi kaybediyor.Varoluşsal bir kimlik arayışıyla ve kendini huzursuz eden anılarından kurtulmak için yabancılaşıyor, başlangıç noktasına dönüyor. Gamze Güller, yazınsallığı elden bırakmadan, süse ve abartıya kaçmadan sıradan insanların hayatlarına yer vermiş yapıtında.Dikkatimizden kaçan ya da farkına varamadığımız küçük ama önemli ayrıntılara bir kadın hassasiyetiyle değinmiş.
“Zeliş’in Rüyası” da gazetelerin ikinci sayfalarında hemen her gün rastladığımız bir kadın trajedisi.Kocası tarafından dövülen, hor görülen “Sevilmelere hasret Zeliş” yaşadığı olayların ardındaki gerçekliği, bilinçaltında gizlenen duygu ve düşünceleri açığa çıkarıyor.Gördüğü en güzel rüyada bile onu rahat bırakmayan; menekşelerini, petunyalarını ezen adamdan, gerçek hayatta da kurtulamayacağını anlıyor ve kendini ölümün kollarına bırakıyor.
Gamze Güller’in satırları; aşklara, kadın olmanın sancılarına, erkeklerin duygusuzluğuna dair ince bir his uyandırıyor okuyucuda.”Kartpostallar”adlı öykü tutunmaya çalıştıkça ona sırtını dönen adam karşısında çaresiz kalan bir kadının hikâyesi.
“Sana kart atarım.”diyor adam. “Biliyorum yazacak bana.Her şeyin yolunda olduğundan bahsedecek, uzaklara alıştığından...’sevgiler’ diye bitirecek satırlarını.Bana hayalini bile kuramaz olduğum uzaklardan sevgiler gönderecek...”
Beşinci Köşe’nin son öyküsü “Tuzak”ta yazmadığı için karısının ve çevresindeki insanların onu suçladığını düşünen Taner adında bir yazarın sıkışmışlığına şahit oluyoruz. Kaza yapıp arabaya sıkışan Taner’in gerçek yaşamındaki çıkmazı, varoluşçu bağlamda karşımıza çıkıyor.Çok katmanlı öyküde, modern insanın gelgitleri, yabancılaşması görülüyor.Bu yabancılaşma esere; sıradanlık, bunaltı, anlamsızlık, uyumsuzluk, eylemsizlik olarak yansıyor.
“Yenilik istemiyorum.İnsanlardan sıkılıyorum.Sürekli dertlerini anlatıyorlar ve bana malzeme olacağını düşündükleri için abartıp duruyorlar.Rafları dolduran birbirinin kopyası kitaplardan bir tane daha yazmak istemiyorum.Tanımadığım, dokunmadığım hayatlardan kesitler, hiç anlamadığım dünyalara dair yorumlar,başıma gelmemiş şeyleri içselleştirerek atacağım taklalar...”
Yazarın sesi duyuluyor bu satırlarda.Günümüz metinlerindeki anlaşılmazlığın, karmaşıklığın iyi eser olarak değerlendirilmesi eleştiriliyor.Diğer öykülerde olduğu gibi Beşinci Köşe’nin bu son öyküsü de Gamze Güller’in, yaşama, insana ve sanata bakışından izler taşıyor.
Mimarlık eğitimi alan yazarımız Gamze Güller “Beşinci Köşe” adlı eserinde sözcüklerle farklı hayatlar kuruyor.Dolambaçlı yollara sapmadan, kelime cambazlığına kaçmadan, ahlak dersi vermeden inşa ediyor yapıtını.İçine girip haz alacağımız daha nice yapıtlar inşa etmesi dileğiyle... Berna Karakaya Edebiyatburada 12.06.2020
Bir kitap düşünün ki içinde aşk olsun; babanın üvey evladına duyduğu, annenin öz kızına… Yine babanın alkole ve sigaraya, hepsinin 6 rakamına!... Biraz karışık oldu değil mi? Evet, kitap da böyle zaten; karışık, karmaşık, zor ama özel, farklı bir eser. Belki türünün ilk örneği, belki de postmodernizm romanın bir adım ötesi. Roman dediğime bakmayın, öykü türüne de dâhil edilebilir. Uzun öykü, kısa roman. Adından belli değil mi kitaptaki başkalık? 6! Neden 6? Kitapta her yol 6’ya çıkıyor. Bazıları 6 bölümden oluşan toplam 6 öykü. 6 ile ilgili birtakım şifreler var, kitabın sonuna değin çözemeyeceğiniz şifreler. Sonra anlıyorsunuz ki ya da anladığınızı sanıyorsunuz diyelim, 6’nın hem yapısal hem de anlamsal bir özelliği var. Sık sık yinelenen “1+4+1=6 eder” motifi de bunun işareti. Bu konuya daha fazla değinip kafanızı karıştırmak istemiyorum. Bir bölümde resim çizdiriyor yazar size, bir bölümde müzik dinletiyor, bir bölümde film izletiyor, bir diğer bölümde şiir okutuyor. Hayatın Anlamını Arayan isimli altıncı bölüm ise tamamen kafa karıştırıcı ve âdeta çıldırıyorsunuz. Zaten kitabın adı da “Çıldırmış Kitap” konulmuş. Dini ve felsefi göndermelerle Nietzsche’den Newton’a, Freud’dan Pisagor’a, Nasreddin Hoca’dan Simurg Kuşları’na kadar pek çok tanıdık isme değinilmiş ve bu bölümde mekân yok, zaman yok. Sanki siz de bu öyküde kayboluyorsunuz. Herkes bir arayış peşinde. Peki buluyorlar mı aradıklarını? Bilmem, belki. Kitapta devamlı bir kayboluş/arayış/buluş motifi var. Daha fazla yazarsam içinden çıkamayacağımı hissediyorum. Paranoyak bir anne, obsesif bir baba, histerik bir üvey evlat ve kitapta neredeyse hiç olmayan silik karakter küçük kız kardeşten oluşan bu sorunlu ailenin “saçma” öyküsünü okumak istiyorsanız, kitabı biraz karıştırın! Saçma demişken, varoluşçu edebiyatın “saçma”sı bu. Emre Karadağ Bu güzel kitabı topluma kazandırdığın için teşekkürlerimi sunuyorum.
KUZEY ÜMİT MUTLU'DAN
Emre Bey'in de tanımladığı gibi dağılmış bir ailenin "saçma" öyküsünü okumayı bekliyordum. Biraz ironi, biraz drama belki biraz komedi. Daha önce bu kitap hakkında yorumları okumuştum ama sanıyorum hiç biri bu kitabı tam olarak açıklamaya yetmez. İlk 4 sayfayı iki kere okudum. Kitabın dilini kavradıktan sonra benim açımdan anlaşılabilir olmaya başladı. Daha sonra 6 ile ilgili okuduğum yorumlarda, okuyucuların kağıt kalemle kitabı takip ettiği geldi aklıma ve hemen elime kağıt ve kalemi aldım. Nasıl yorumlayacağıma karar vermek için bayağı düşündüm.
İlk bölümünde karakterlerin kim olduğunu ve genel itibariyle yapılarını kavrıyoruz. ama aralarda "neden bu böyle" ya da "neden böyle yapmış" sorularını size sorduruyor.
H: Evlat edinilmiş bir çocuk. Mavi gözlü, alımlı, becerikli, zeki ve müzik konusunda yetenekli. Baba tarafından sevilmiş ama annesinden sevgi görmemiş. Annenin öz çocuğuna gösterdiği ilgi ve sevgiden küçük bir pay bile alamamış. Anne tarafından her fırsatta dışlanmış, şiddet görmüş histerik mutsuz abla. İ: Ailenin öz çocuğu. Ablası ile arası küçükken iyi olsa da zaman içinde aile içindeki tavırlardan etkilenmiş. Özel bir yönü yok; ne güzellik ne başarı ne baskın bir karakter. Annesinin ona olan sevgisi dışında silik bir karakter. Kitapta belirtildiği gibi iki boyutlu insan, uzakta okuyan hayırsız evlat O: Baba, okb'li, alkolik, yalnızlık çekiyor. H ile arasında güzel bir ilişki olsa da annenin fiziksel ve psikolojik şiddetine dur diyemiyor hatta kendisi de bu psikolojik şiddetten muzdarip. P: Anne, sinir hastası aynı zaman da temizlik hastası ve bu iki özellik sanki birbirini tetikliyor. Kısır olduğunu zannederek apar topar evlat edinmiş H'yi hatta kocasına rağmen bile denilebilir. Ama sonra hamile kalıyor ve biyolojik evladı varken evlat edindiği çocuğu sevemiyor. Onun gözünde tam bir günah keçisi. Büyüdükçe meziyetleri sebebiyle günahları da büyüyor. Anne içten içe onu kıskanıyor çünkü biyolojik çocuğu kendisine çok benziyor ve mavi gözlü H onlarda olmayan çok şeye sahip. Okurken P sizi çok sinirlendiriyor. Paranoya bölümünde sık sık vicdanının sesine kulak veriyoruz ama kendini affettiremiyor bana.
Bu saydığım tüm detayları bölümler ilerledikçe kurgu ağı içinde, cümle aralarında buluyorsunuz. 5. Bölümün sonuna geldiğimizde ailenin öyküsünü kavrıyorsunuz. Bu arada bulmaca çözüyorsunuz.
Şimdiye kadar okuduğum bütün kitaplardan farklı bir tarzı var 6'nın. Kendine has, değişik ve özel bir kitap 6. Dili yalın, bol bol kafiyeli cümleler var. Bazı paragraflar son derece şiirsel. Hikayeler bazen sondan başa, bazen baştan sona gidiyor. Anlatım dili bazen birinci tekil, bazen ikinci tekil üzerinden. Kitabın sonunda da yazarımız neden böyle olduğunu size açıklıyor; kendi içinde bir matematiği var bu kitabın. Dikkatinizi vererek okumalısınız, 120 sayfa olması sizi aldatmasın.
İçinde sanat olan bir kitap ama sanat tarihi kitabı değil! Histeri bölümünde ki 6 hikayede bir klasik müzik eserinin bestecisi ile bağdaştırıcı özelliği bulunan H'nin hikayesi var mesela.. Bu güzel tavsiyeleri mutlaka dinleyin derim.
Babanın olduğu bölüm "obsesyon" tabi ki 6 bölümden oluşuyor ve hepsi sanki bir film sahnesi gibi tasarlanmış.
İki boyutlu insan bölümünde "İ" yi okuyoruz ama tabi 6 bölümde ve bu sefer sanat akımları üzerinden.. Oldukça eğitici bir fikir.
6. Bölüm (hayatın anlamını arayan) Yazarımız benim yorumuma göre bu aile üzerinden hayatın anlamını arayıp yorumlamaya çalışmış. Burada da bir çok felsefeci ve düşünürün önemli yorumlarına rastlıyoruz. Genel kültür açısından oldukça faydalı. Düşünce ve ideolojiler birbirine sarmal şekilde bağlanmış. Böyle bir bölüm yazabilmek için oldukça iyi bir alt yapıya ihtiyaç var. Kendisini takdir ettim.
7. Bölüm 6'nın anlamını açıklayan bir "son" söz aslında.
Kitabın sonuna geldiğimde ben de yarattığı hayranlık verici şaşkınlığın karşılığını '6 hakkında' isimli bölümde buldum.
# "Bu karalama varoluşçuluğun saçmasıyla saçma'nın saçma'sı arasında bir yerlerde olabilir!" diyor yazarımız. Kendinizi; birikimlerinize ve ruh halinize göre herhangi bir saçma'lığa yakın bulabilirsiniz.
# "Neyse idi, neyse" yorumumu toparlayacak olursam ilk kitabını yazmış biri olarak ben, bu işin içine girdiğimden beri artık kitaplara farklı gözle bakıyorum. 6 değişik bir kurgu ve anlatım diline sahip. Herkesin yapabileceği bir tarz olmadığını düşünüyorum. Şahsen 40 yıl uğraşsam böyle bir kitap yazamam. Yer yer cüretkar çünkü böyle bir kitap yazmak cesaret işi. Bu yaratıcılığından ve kurgusundan ötürü Emre Bey'i yürekten tebrik ediyorum. Kitabın düzenlemesi de güzel yapılmış, kayda değer bir hata görmedim.
DİLEK KÖKSAL FİLİZ'DEN
Çok çok ilginç bir kitaptı.Sayfa sayısı az diye hemen bir günde okurum diye düşünmeyin döngü sürüyor yine yeniden okuyorsunuz her cümleden içiniz ürperiyor ve yeni bir bilgi buluyorsunuz aile hakkında..Ruhsal sorunları olan bir ailenin içseslerinden bulmaca çözüyorsunuz.İçsesler öyle karışık ki bir geçmişten bir şimdiki zamandan konuşuyorlardı.Temizlik hastası ve şizofren bir anne piyano çalıyor kelimeler tekrarlanıyor sürekli ve notalar . İki kızından birine şiddet, kıskançlık ve o mavi gözlerine kızgınlık ama neden Ona? Diğerine aşırı sevgi..Ama sonunda görüyor hangisi yanında ...Sürekli sarhoş ve düzen hastası takıntılı bir baba ve 6 rakamı 1+4+1=6 formülü ...kitabın sonunda kavrıyorsunuz 6 yı ve döngü tekrar okutuyor kitabı..bol bol araştırma yapıyorsunuz..Kitapta adı geçen klasik müzik eserlerini dinledim.. Beethowen gerçekten sağır,Chopin'in neden öldüğü anlaşılmayınca kaç yıl kalbi kavanozda bekletilmiş ve veremden öldüğü anlaşılmış.. Kuğugölü balesi Çaykovski ve Tristan ve İsoldeyi de ve o iksiri de araştırdım Wagner 'in , kör olan ünlü besteci Johann Sebastian Bach... Obsesyon !Çok zor :( Sonunda kitabı çözüyorsunuz ama öyle miymiş diyerek tekrar başa dönüş..Matematik de var,sanat resim müzik de herşey var kitapta...korkular gerçekmiş gibi olan hayaller..Arada vicdan sesleri de konuşuyor.Annenin nefret ettiği o kız en çok ona üzüldüm nasıl dayandı ?Sadece babasından gördüğü sevgi ve sır...neden gitti.. ?Sürekli resim yapan kız O da normal değildi.. Sebebi belli bu ailede yaşamak zor...O kuyu, bekleyiş ve meğerse..Off garip ama çok etkili bir kitaptı ... konu ne aşk ne korku ne macera çok farklı çok .. ben çok etkilendim..7 sonsuzluk... Emre Bey kaleminiz daim okurunuz bol olsun...
SELMAN BİLGİLİ'DEN
Selman Bilgili 9 Aralık 2018 Emre Karadağ ın "6" İsimli Kitabı Üzerine İnceleme, Tahlil, Yorum VS.......
1) Kapak ve Tasarım = Kitabı okumak için elime aldığımda ilk önce kapağını iyice bir süzdüm. Üst tarafında yeşil fon üzerine kahverengi renk tonuyla büyük harflerle yazarı bildiren "EMRE KARADAĞ" yazısı. Orta bölümde Anadolu kilim motiflerini hatırlatan yuvarlak sarı ve kırmızı renklerde muhtemelen bir tepsi. Onun üzerine konumlanan, taze ve bol yapraklı bir çiçek tutan ojeli tırnakları ile hanımefendi eli. Ayrıca bileklerinde muhtemelen Trabzon işi burma bilezik. Kapağın alt kısmına doğru inince gayet büyük punto ile çarpıcı kırmızı tonda "6" rakamı, ki bu eserin ismi. En son olarak kapağın alt kısmında "Dağılmış bir ailenin saçma öyküsü" vurgusu... Bu vurguyu mırıldanarak okuyunca, ojeli hanımefendi elinde bulunan çiçeğin bu aileyi temsil ettiğini ve kitabın bitimiyle beraber yapraklarının dağılacağı hissi uyandı içimde. Kitabın arka kapağında ise yazarımızın vesikalıktan biraz geniş ve fotoğraflıktan dar bir ebatta silueti. Hemen altında da "Kadın-Erkek" ilişkisinin karmaşıklığını, Adem ile Havva'dan bugüne damıtmışçasına irdeleyen tanıtım yazısı. Yazının son cümlesi "Biz kadınların tek isteği, birazcık sevilmekti." dikkatimi çekti. Şahsi düşünceme göre yaradılış gereği hiçbir varlık "Birazcık" sevilmek istemez. Çok sevilmek ister. Ama hepsi de "Yok" hareketi halinde. Her neyse... Geçelim kitabımızın içeriğine....
2) Karakterler = "P" Anne, "O" Baba, "H" Büyük Kız, "İ" Küçük Kız... Anneden Başlayalım...
"P" anne karakteri... tam bir paranoyak. Evham meraklısı, şiir yazmayı ve okumayı beceremeyen şiir ve sinir hastası. Bu hastalığının aslında farkında olan ama hasta değilim diyerek hastanede kalmak istemeyen duygunun Mübtelası. Büyük kızını çocuğu olmuyor diye evlat edindikten sonra küçük kızını doğuran ve bu kızı adına aşağılık kompleksi taşıyan kişilik belası... Ara sıra vicdanıyla hesaba girip onu bile bıktırıyor.... En çarpıcı cümlesi "O kız bu evden gidecek!" haykırışı...
"O" baba karakteri...Obsesif, zil zurna alkol hastası... Oturacağı koltuğa kaba etini isabet ettiremeyen çünkü muhtemelen mekanda sarhoşluktan bir değil beş koltuk gören edilgen karakter. Kendisinin film karakteri gibi olduğunu fark edememiş bir film düşkünü. Kamera, motor, kayıt... O her zaman az içmiştir. Etrafındaki insanlar abartır aslında. Büyük kızın yegane koruyucusu. En çarpıcı cümlesi "İki kadehle sarhoş mu olunur?" Babacım 20 kadeh olmasın sakın o?
"H" Büyük kız, abla karakteri... Gerçek ve hayal duygu yükçüsü... Hayatının bir bölümünü öz evlat olarak geçirdikten sonra bir anda üvey olan ve bunun kekremsi tadını ağzı ile yüreğinde hisseden karakter. Hayatına müzik notalarını ve dans figürlerini yayan, becerikli, akıllı, güzel, hayattan ne istediğini az çok bildiği için anne tarafından artık istenmeyen karakter. Sürekli annesinin davranışları üzerinde an be an tahliller yapıp çocukluk hatıralarına inen karakter. En çarpıcı cümlesi "Biliyor musun? Benim çiçeklerimi atmış annem."
"İ" Küçük kız, öz evlat karakteri... Üzerine söylenecek pek fazla söz olmayan silik karakter. Ortaya koyduğu resim tabloları, tuval ve fırça darbeleri kadar bile yok hükmünde karakter. En çarpıcı tespit "Çok uzaklarda okuyan hayırsız evlat. "
3) Hikaye... Dağılma nedeni gerçekten saçma bir aile hikayesi işte... 1+4 ve 1 daha eşittir 6 eder. Zaten 4 aile üyesinin sayısı.. Baştaki 1 neden ve sondaki 1 sonuç olabilir. Bu hikayede karakterler hiç bir şekilde bir masa etrafında toplanmıyor, toplanamaz. Bu nedenle sonuç dağılma oluyor. Anne zaten hiç beceremediği "Öfkeli dilimin dolanması, Sesimin boş odada yankılanışı" gibi tarihe geçecek!!! şiirler yazıyor. Baba hayata hep bir kamera hayali ile alkol masasından bakıyor. Büyük kız Mozart 40.senfoni senin Chopinin cenaze marşı benim derken, Çaykovski ile kuğu gölü dansı yapıyor. Ve son olarak silik karakterimiz küçük kız tuvale dokundurduğu fırça darbeleri ile var olmaya çalışıyor. Gülünüyor, ağlanıyor, kızılıyor ama hiç kimse konuşmuyor. Hal böyle olunca dağılmak işten bile olmuyor
5) Buradaki "Sır" nedir acaba? Benim anladığım "Sır" insanın kendi içsel yolculuğu, yani insanın kendini arayışıdır. "Sır" insanın kendisidir aslında. İnsan... Soru sorma yeteneği sayesinde Dışa vurumculuğu, gerçek üstücülüğü, hayalciliği ve bil umum düşünce aksiyon çeşitlerini keşfeden insan....
6) Aramak, bulmak.. Sonra tekrar kaybedip aramak ve bulmak yolculuğu... Yani hayat yolculuğu... "P" nin ŞİİRLERİ, "O" nun garip FİLM hayalleri, "H" nin MÜZİK ve dans figürleri ve "İ" nin tuval fırça eseri RESİMLERİ ile arayış.. İnsanın kendini arayışının hikayesi... Ciddi ve saçma bir arada. İşte hayattaki bu arayış içinde dağılmış bir ailenin saçma hikayesidir bu kitap. Ben de bu kitabı "6" maddede tahlil etmiş oldum. Sanırım "6" nın "Sırrına" dair bir şeyler buldum. Ve tahlilime ek olarak, "P" anne karakterinin şiirlerinden bir nebze daha iyi olduğunu düşündüğüm kendi şiirimi kondurdum.
EMEL BOZTAŞ'TAN
" Biteceğini bildiğim ömrümün hiç bitmeyeceğini sandığım günlerinde..." Kitaptan Alıntı " Bulacaksın nihayetinde, döneceksin başladığın yere..:" Kitaptan Alıntı Arkadaşlar, Değerli Yazarımız Emre Karadağ'ın "6" isimli kitabını okudum. Yazarımızın affına sığınarak, yorumumu yapmak istedim. 6, iki kız evlat, anne ve babadan oluşan dört kişilik bir ailenin psikolojisi üzerinden gitmektedir. Böyle sandığınız anda yanıldığınızı hissettirir size. Oysa hayatın tüm döngüsünü içinde barındırır 6. 6, içerik bakımından bir derya. Okumak, okuduğunu anlamaya çalışmak, okuduğunu ANLAMAK... Anlamak? Anlaşılır bir dili var kitabın. Yalın. Farklı ve denenmemiş bir teknik, DÖNGÜ, SONSUZLUK... "ANLAMAK" O kadar derin bir kelime ki... Anladığımızı sandığımız herşeyi bir anda anlamadığımızı bilmek; ya da bildiğimizi sandığımız birşeyi anlayamamış olmak... DÖNGÜ... 6, müzik, mitoloji, resim, felsefe vb. Gibi pek çok alanı içinde barındırıyor. Bir bakmışsınız: - Ölümün tadı dudaklarımda... Bu dünyadan olmayan bir şey hissediyorum... Diyerek Mozart karşılar sizi. Eserlerinin tınıları ister istemez kulaklarınızda. Sonra bir bakmışsınız Richard Wagner ile karşılaşırsınız bir sonraki sayfa sokağında, Triston ve İsolde' ye zehirli aşk iksirini yudumlatırken. İlerdeki sayfaların sokakları sizi resim akımlarına götürür. Ekspresyonizm, Sürrealizm, Kübizm, Klasizm... Her akım kendi başlığının altında hissettirir kendini. Kimler yok ki: Pisagor, Arşimet, Einstein, Nietszche, Descartes... Sona doğru "Hayatın Anlamını Arayan" başlığı çıktı karşıma. Benim dedim. Yazarımız Emre Karadağ , "6 Hakkında" başlıklı yazısında kitabının kurgusu hakkında okuyucuya kilit bilgileri sunuyor. Yerinizde olsam bu kısmı not ederim ve okurken yer yer bu nota göz atarım.
BURCU BUYUKKIRCALI'DAN
Ben geldim ve tabi ki Kitap Yorumu ile geldim Emre Karadağ Kitap Adı :6 Karakterler H-P-İ-O
Kitabın kapağında da yazdığı gibi "Dağılmış bir ailenin SAÇMA (!) öyküsü.. 1+4+1 =6 karmaşası. Alkolik bir baba , paranoya bir anne 3.tekil şahıslardan anlatılan Resim delisi kız kardeş ve kulakta Mozart'in bestelerini hatırlatan bir abla ... kitabın adı 6 fakat 7 bölümden oluşuyor. Her bölümde kendi içimde simetrilik bulunurken 6 bölümde birbirinden farklı simetri bulunuyor. Okumak sakin kafa gerektiriyor
Beni En cok.etkileyen mavi gözleriyle dünyaya bakan kocaman gözlü müzik delisi idi. Sadece edebiyattan ibaret olmayan bir kitap. Ruh analizleri derin düşüncelere damlanıza sebep olabilir. Psikoloji , müzik , resim , edebiyat bir bütün.
BELGİN ŞAHİN'DEN
*Kitap; 4 kişilik,sorunlu bir ailenin ruhsal bunalimlarini, "6" bölümde anlatmis..Ha bir de 1+4+1=6 eder cümlesi var sürekli tekrarlanan anlatimda.. *Karakter isimleri yok, her karaktere giriş bölümünde harf verilmis.(H,O,P,İ )..Sanirim yazar bunu okuyucunun bulmasini istemis. *Evin evlat edinilen HİSTERİK kizi (H) Evin alkolik ve OBSESİF babasi(O) Evin hasta ve PARANOYAK annesi(P) Evin silik kalmis ve İKİ BOYUTLU kizi (İ) ( Giris kismini okuyacaklarin daha iyi algilamasi icin biraz tüyo verdim) *Degisik,alisilmisin disinda..Karakter ismi yok(siz bulacaksiniz)..Zaman, mekan yok..Anlatimlar bazen "biz", bazen "ben",bazen "onlar".. *Ancak;kitabin genelini okuyunca,yazarin karakterlerin duygularini anlatirken ,ilgi duyduklari sanat dallarini da anlatmasi ve bunu yaparken de bu sanat dallarinin akimlari ve onculerinden de bahsetmesi ilgimi cekti..(Resim, muzik,sinema...) Örneğin; HİSTERİ bölümünde;evlat edinilen histerik kizin(H) duygulari klasik muzige duydugu ilgiyle, anlatimda beraberinde, Mozart,Bach...(ve diğerleri)da getirmis oykuye..Ya da; İKİ BOYUTLU İNSAN bölümünde, evin adeta iki boyutlu silik öz kızı (İ) nin duygulari onu ilgi duydugu resim sanati ile anlatilmis..(Sürrealizm,Kübizm..ve diger..) *SONUC OLARAK ; Bence anlatigim teknigi ve kurgu biraz karmasik gorunse de kitap, okuyucusunu düsünmeye, analiz e cagiriyor..Sıradısı.. Uzun seneler analiz yapma yorgunlugunu tasiyan ben ( meslegimden dolayı) bu sefer zevkle yoruldum *Dümdüz bir hikaye olmamasi kitaba deger katmis bence.. Yazarimizin emeğine ve kalemine sağlik..
NİLGÜN ÖZER'DEN
Alışılagelmişin dışında farklı bir kitap okumak isteyenlerin düşünmeden alıp okuması gereken ilginç bir kitap Emre Karadağ'ın " 6 " kitabı.
Kitabi anlatım tekniği ve edebi açıdan yorumlayacak kadar birikim sahibi olmadigim için o konuya girmeyeceğim bile.
Kitapta bahsi geçen karakterlerin isimleri belirtilmemiş. Anne, baba ve iki kız çocuğundan oluşan aykırı, dağılmış dört kisilik bir aile... Ailenin her biri farklı psikolojik rahatsızlığı olan kişiler.
*Histerik , evlatlık alınmış kız çocuğu *Paranoyak bir anne *Obsesif bir baba * ikinci boyutlu insan bölümünde daha detaylı karşımıza çıkan evin küçük kızı.
Karakterlerin içsel, vicdanı hesaplaşması ... Farklı sanat dallarına ait terimler ve göndermeler anlatıma hareketlilik katıyor ve merak uyandırıyor.
Koyu renkle belirginleştirilmiş cümleler , karakterlerin psikolojik rahatsızlıklarının özelliklerini, belirtilerini vurgulamak için kullanılmış sanırım.
6 Bir okudum bitti deyip tek avazda yorumlanmasi güç bir eser. İcinde barındırdığı 4 karekterden ic sesimize uzanan devasa bir yolculuk. Bazen hasta oluyorsun bazen sarhos bazen öfkeden kan kusuyorsun bazense yanlizca yapayalnız. Bir uçtan bir diğerine yol alirken her karekterde kendine rast geliyorsun mutlaka.Ustelik bunları yaparken hep arkada sanatsal bir fonla adimliyor oluyorsun. Her bölümde rastladığın şey,bir bilinmeyeni sorgularken düşüncelerini saçma ötesine kadar varıp Ne Ne icin Ne kadarlarla öyküye yeniden dalıyorsun. Son olarak üsluplardaki ikilemler başta belirtmeliyim ki ömrümü yemisti ama her vurgu içime seslenişte etkenmiş. Sandığım dan fazla büyüsundeyim şu an. Olağanüstü döngüyle derinlerime uzandığı için kendisine ne kadar teşekkür etsem az Emre Karadağ ‘in. Elime gectiginden beridir neden okumadim erteledim diye de oturup sorgular şimdi kendimi beynim ((: Hersey icin burda olduğum icin kitap icin seni tanıdığım için..... Minnetarim Emre bey
BAŞAK DOĞRUYOL'DAN
6 Bitti mi?Bitti gibi mi yaptı? Delirmeye hazır mısınız?Saçma bir öyküye dalıp kendinizi kaybetmeye,bir solukta okumak istedikçe bitmesin diye sayfalarla bakışmaya ve zaten iflah olmaz bir deli iseniz derecenizi yükseltip huninizi büyütmeye... ;) Hazır mısınız? Evet sevgili Emre Karadağ'ın kitabı 6 ile tanışmaya çok hevesli iken veda etmeye niyetli değilim. Uzun bir yorum yapıp sizleri sıkmak istemem ama birkaç kelam etmeden bu kitabı okudum diye geçiştirmek de istemem. Saçmalıklarla dolu bir kitap. Ciddiyim.Saçma olduğu kadar çarpıcı,realist,sarsıtıcı,oturduğunuz yerden şöyle bir sallayıcı. Edebiyatı hiçbir zaman salt bağımsız bir sanat olarak görmedim.Sanatın her dalının birbiri ile bağlantılı olduğuna inanlardanım. Bu kitapta edebiyat,felsefe,müzik,resim,tiyatro,sinema.Hepsi var!Günlük hayatın realitesi,gerçek olmayacak kadar hayali kuramlar bir o kadar da kendinizi,ailenizi,seni,beni,onu,bizi bulabileceğiniz bir kitap!Uzun süre etkisi altında kalacağınızdan eminim Herkes okusun mu?Bence herkes okumasın.Kendine güvenmeyen ve 6 zamanı gelmeyen okumasın.Hazır olunmadan okunmayacak bir kitap. Derli toplu,aşk dolu,sakin bir kitap arıyorsanız da okumayın. 6' yı sanırım kıskanıyorum ve kimse okumasın istiyorum :) Nacizane yorumuma göz gezdirirken size bir de arka fon müziği ayarladım.Malum 6 klasik müzik olmadan olmuyor ;)
ASLAN NAZ'DAN
Bir düşünün, her hangi bir konu için; “Aa öyle olduğunu hiç fark etmemiştim.” dediniz mi hiç? “Yaa öyle miymiş, hiç farkında değilim.” dediğiniz oldu mu? Peki ya “Bunca zamandır önünden geçiyorum şimdi fark ettim.” dediniz mi? Fark: ayırım demektir temel anlamda.Farklı olmak ise temel anlamdakinden kendini ayırmaktır.Ben farklı olmayı orijinallikle aynı anlamda kullanmaya çalışıyorum.Yani hiç kimsenin yapmadığını yapmak tek olmak, örnek olmak gibi. Emre Karadağ 6 da kendi deyimine göre saçma sapan hikayelerde farkı yakalamış.Farkı öyle bir yakalamış ki olayları bazen tualler üzerine resmetmiş, bazen de diojene somuş ne aradığını.Darvinle resmetmiş insanın nerden geldiğini, ha maymunu da ihmal etmemiş.Cenneti cehennemi ayağınıza getirmiş siz zahmete katlanmayın diye.Tanı ve tedavi de 6 da.Her kesimin bir parçası sayfalarda gizlenmiş bu gizi keşfetmek okuyucuya kalmış bir anlamda. 6’nın ne anlama geldiğini de merak ediyorsanız 111. Sayfaya kadar sabretmeniz gerekecek.
Sevgili Emre Karadağ; başarıyı yeni söylem ve farklarda yakalaman dilek ve temennilerimle.
KAMİLE ÖZTEMEL'DEN
SİNDİRE SİNDİRE OKUDUM VE BİTİRDİM... Öncelikle Yazar Emre Karadağ 'ın kalemine yüreğine sağlık.Tebriklerimi sunarım... Böyle bir kitabı yazmak gerçekten cesaret ister.Bana göre çok büyük bir başarı Gönül rahatlığıyla okunmasını tavsiye ederim... Şimdi 7 Bölümden oluşan kitaptan anladıklarımı bölüm bölüm kısaca özetleyeyim ; NEVROZ BÖLÜMÜ ; Anladığım kadarıyla iyi niyetle başlanmış bir evliliğin , sonradan babanın ilgisizliği ve annenin ( iletişimsizlikten ve içine kapanmasından ) Paranoya hastası olması sebebiyle huzursuz ve kopuk bir aileye dönüşmüştür.. HİSTERİ BÖLÜMÜ ; Öyle bir ortamda hastalıklı bir ruh haliyle yetişen evlatlık kız kendi kafasından kendine göre bir dünya kurmuş orada yaşıyor... PARANOYA BÖLÜMÜ ; Annenin kendi iç dünyasındaki kendisiyle ve yaşadıkları ile çekişmesi... OBSESYON BÖLÜMÜ ; Babanın kendi hayal dünyasında kurguladığı sahnelerde yaşaması... İKİ BOYUTLU İNSAN ; Böyle bir ortamda büyümüş bir kızın ablasından etkilenerek gölgesi altındaki silik hayatı... HAYATIN ANLAMINI ARAYAN BÖLÜMÜ ; Yazarın , kainatın var olma sebebini tüm varlıkları konuşturarak araştırması... 7 BÖLÜMÜ ; Sürekli 4 Kapıdan bahsedilen bir bölüm. İlk kapı ; insanın doğumu İkinci kapı ; Çocukluk ve gençlik çağı Üçüncü kapı ; Orta yaş ve yaşlılık çağı Dördüncü kapı ; Ölümün kapısı
ÜLKÜ UZUNOĞLU ÜNSAL'DAN
BİR KİTAP/BİR YORUM
Enteresan bir kitap "6"... . Dağılmış bir ailenin "saçma" öyküsü... Kapaktaki bu cümle, okurun kitapla tanışma cümlesi... SAÇMA sözcüğü tırnak içine alınmış... Nedenini merak ediyor ve kitap boyunca bir SAÇMALIK'la karşılaşacağını sanıyor insan. Fakat kastedilen şeyin; "saçmalık" değil, yazarın 110 sayfalık bir kitapta, dört kişilik bir ailenin ayrı ayrı her bireyinin his ve düşünce dünyası üzerinden ne kadar çok ve birbirinden farklı bilgi, fikir, tesbit, duygu, bakış açısı ve yorum SAÇMA'yı başarmış olması demek olduğunu anlıyorsunuz. Bu dört kişi, fonda sanatın dört dalının kullanıldığı bir kurgu içinde anlatılıyor. Ailenin nevrotik annesini ŞİİR, obsesif/alkolik babasını SİNEMA, histerik ablasını (evlatlık) KLASİK MÜZİK, ezik/silik kızkardeşini RESİM sanatı ile harmanlanmış bölümlerle tanıyoruz. Bu ailede herkes en az bir kişiyle sorun yaşıyor, herkes sadece bir kişiyi seviyor, herkes en az bir kişiden nefret ediyor, herkesin kendi öz benliğinde hasarlı bir yön var ve herkesin hayatına, bir şekilde 6 rakamı uğruyor. Okunması kolay bir kitap değil "6"... Emre KARADAĞ, kitabı yazarken verdiği emeğin karşılığında, okuyucudan da belli bir efor sarfetmesini istemiş olmalı. Belki de bu yüzden "6 Hakkında" başlığı altındaki notlarını en başa değil, en sona yazmış. (Kitabı okuyacak olanlar ilk önce bu kısmı okusun, bu da yorumumu okuyanlara benden küçük bir tüyo olsun, aramızda kalsın, Emre Karadağ duymasın) Şimdi "6" hakkındaki izlenimlerimi ve itiraflarımı 6 maddede toplamam gerekirse: 1. Bu kitabı okuduğum süre içinde başka 6 adet kitabı bitirebilirdim. 2. Sadece bu kitabı okumak, 6 kitap birden okumuş olmak kadar yorucu ama bir o kadar da doyurucuydu. 3. Kitaptaki 6 bölümden ayrı ayrı 6 kitap da yazılabilir diye düşünüyorum. 4. Her bölümde geçen 1+4+1=6 işleminin sırrını çözmekle uğraşan bilinçaltım yüzünden bir önceki sayfaya çokça geri dönüşler yaptım.O matematiksel ifade, okurken bilince çelme takıyor ve tökezlememek mümkün değil... 5. Kitabı ilk okuyuşumdaki ANLAMA düzeyime 10 üzerinden 6 veriyorum 6. Bu yüzden 6'yı, 6 ay sonra tekrar okuyacağım (İnşallah). Çünkü bunu hakediyor ve tekrar okuduğumda iki değil, üç değil... kitabın altı kapısını da açmayı başarırım ve anlama notumu yükseltebilirim diye umuyorum. Benim açımdan farklı bir okuma deneyimiydi. Bu özel kitap için Sn. Emre KARADAĞ'ın kalemine sağlık. Zihninin sınırlarını zorlamaktan ve tekdüze bir okumanın ötesine geçmekten hoşlanan kitapseverlere tavsiye edilir.
Bu yazıyı, “Evet, beyhude.” deyip bitirmek gerek belki de. Mustafa Kutlu’nun en hacimli “hikâye”lerinden olan Beyhude Ömrüm hakkında söylememiz gerekenler bu kadarla sınırlı değil; ama bu kadarı dahi bir sınır teşkil edebilir. Beyhude Ömrüm, yazarın, ne anlatırsa anlatsın, dönüp dolaşıp kadim gerçeklerin ebediliğine ve edebîliğine dönüş yapılacağını anlatan güzel bir hikâye.
Kitabı okumamın üzerinden uzun bir süre geçtiğini ve bu sebeple yazıda bazı hatalar bulunabileceğini belirteyim (Aynı zamanda bu sebepten dolayı yazı biraz kısa.). Her neyse, hikâyemiz köyde başlıyor. Bir arazi var, bu arazide bahçe yapmak isteyen ana karakterimiz ve o araziyi karakterimize bırakmak istemeyen bir adet muhtarımız var. İşte, diyorsunuz, herhalde bu hikâye bu çatışma üzerinden ilerleyecek, belki biri birini vuracak; ya da arazi kimin olursa olsun ona yâr olmayacak, işte bu yüzden de beyhude ömrüm denecek ve hikâye sonlanacak. Ama hayır. Yazar, şaşırtıyor; ama bu da sıradan bir şekilde. Kitabın ortalarına yaklaştığınızda, bu arazi meselesi çözülüp bitiriliyor. E peki sonra ne oluyor diye düşünebilirsiniz. Kitap kurduğu köyün diğer karakterlerini de hikâyeye katıyor. Köy büyüyor, hikâye genişliyor; o zamanlar anlamaya başlıyorsunuz kitabın başlığının ne anlama geldiğini: Sadece bir bahçe meselesi üzerinden anlatılmayacak bu beyhude ömür, bütün ömür anlatılacak.
Bu ömrün içine sığanlar aynı zamanda o zamanlar genç bir cumhuriyet olan Türkiye’ye de ışık tutuyor. Bu açıdan Beyhude Ömrüm’ün 2017’de yayımlanan Tarla Kuşunun Sesi ile benzerliklerini göz ardı etmek mümkün değil. Beyhude Ömrüm bir kişinin hikâyesi iken Tarla Kuşunun Sesi birkaç nesle yayılmış, daha zengin bir anlatı.
Köy büyüdüğü gibi küçülüyor, herkes İstanbullara gidiyor, gelen giden azalıyor, karakterimiz dahi bir ara şehir hayatı görüyor da sonra koşa koşa köyüne dönüyor. Köyde yaşam zor olsa dahi, insanın bildiği, kendi zorluğu gibisi yok. Zaten sonra ölüm vakti gelince, çoğu şeye beyhude imiş demeyecek miyiz? Benim için bu hikâye de öyle. İçinde anlatılanların çoğu aklımdan gitmiş neredeyse, ama şunu deme gerekliliği kalmış: Evet, beyhude.
Ne İskender Pala`nın sanatını (evet bana göre Pala`nın yaptığı başlı başına bir sanat) anlatmak haddime ne de nebiler nebisi gül kokulu Hz. MuhammedMustafa(s.a.v)`yı. Ben sadece yerimi bilerek okuduğum kitabın neyi içerdiğini yazabilir ve bana hissettirdiği o manevi güçten söz edebilirim.
Aşka aşık bir bülbülün bir parça nur peşinde çağlar boyunca kanat çırpışını, o nurun nesilden nesile asıl sahibine erişmesini muazzam bir anlatımla okudum. Düşünün ki anlatıcı bir bülbül. Hem de güllerin en güzeline bir gün kavuşacağını bekleyen, azimkâr ve kadirşinas bir bülbül. Aslında kitapta tanrısal anlatım var fakat Pala`nın bunu bülbüle yakıştırmasının yarattığı etki inanılmaz.
Kitap Peygamber Efendimizin atası, Nemrut`un dağ gibi korladığı ateşin yakmadığı Hz. İbrahim (a.s)`in onu kurtarmaya gelen bülbül ile sohbeti ile başlıyor. Ve güllere aşık olan bülbülün yeryüzüne gelmiş gelecek en güzel güle, Hz. Muhammed(s.a.v)`e ulaşıncaya ve onun gül cemaline aşık olup yolunda pervaneye dönünceye dek yıllar yıllar boyu gösterdiği çabasına yer veriyor.
Cahiliye devrinde putlara tapan müşriklerin sağlam bir inanca ne kadar aç olduklarını ve birkaç ayeti kerime ile imana gelişlerine İskender Pala`nın anlatımıyla şahit olmak bana tekrar tekrar şükür kapılarını açtı. Göğe yapılan kutsal yükseliş Miraç`tan tutun, La Tehzen! (Korkma! Allah bizimledir) diyerek Sevr Dağı`nda peygamberimizi koruyamama korkusuyla Ebu Bekir`e inen ayete kadar, Bedir`de kazanılan zaferin ardından Uhud`da verilen büyük kayba kadar bir çok bilgiyi muazzam bir anlatımla bize sunmuş Pala. Yazılabilecek en değerli siyerlerden biridir bence Pala`nın yazdığı. Bülbülün Kırk Şarkısı için “ömrümün en değerli çabası” tanımı, içindeki itikat ve imanı ve hatta Hz. Muhammed(s.a.v) `e duyduğu derin saygıyı ve hürmeti gözler önüne seriyor bana göre. Girişteki kitabın yazılış amacında verilen kıssa ile Pala; “ben bu yolun yolcusuyum, vuslata varamasam da yolum belli” diyor adeta.
Eğer Peygamber Efendimizin hayat hikayesi okunmak isteniyorsa en değerli eserlerden biri olarak Bülbülün Kırk Şarkısı seçilmeli kuşkusuz. İskender Pala`nın eşsiz Türkçesi ve deniz derya bilgisiyle okuduğunuz her cümle sizi kendisine hayran bırakıyor.
Birçok din aliminden, konuyla ilgili birçok profesörden ve Diyanet İşleri Başkanı`ndan yardım alınarak yazılan bu kitap, altı çizilip dimağımıza yazılacak ve kendimize rehber ettiğimiz ayetler ile sünnetlere çokça yer vermiş. Vahiy yoluyla Cebrail (a.s) tarafından Efendimize indirilen surelerin ve ayetlerin ne zaman ne durum için indiği bir roman tadında verilmiş. Hakkın gelip batılın yok olduğu, İslam’ın yalnız din olmak dışında devlet olduğunu ve bu faziletli davada ne bedeller verildiğini, Allah`tan başka ilah olmayıp Hz. Muhammed(s.a.v) `in O`nun elçisi olduğunu tam teslimiyetle okuyup hissetmek; belki de Pala`nın “en büyük çabası ”na ortak olmaktır. O halde herkes bu çabaya ortak olmalı , âşıkın mâşukun peşinden teslimiyetle gidişine şahit olmalı.
Ana hatlarıyla başını, ortasını, sonunu bildiğiniz bir dünya geçidinin yolcusu kim olursa bu kadar merakla ya da hasretle okursunuz? Cevabım elbette Hz. Muhammed(s.a.v)! Selamların en güzeli sanadır Ya Rasûlallah! Gül kokusunun en naifi senindir Ya Habiballah! Salât selam olsun sana Ya Nebiallah!