BERBAT BİR YAZI OLDU. SARMAZSA SONUNA KADAR OKUMAYIN!
KÜRK MANTOLU MADONNA
13.04.2021 Salı
Yine okuma planıma uymayıp, ihtiyaca binaen diyerek seçip okuduğum bir kitaptı.
Ne zaman biraz kaçmak istesem, kendimi unutayım, uzak diyarlarda gezineyim, başkalarını göreyim, biraz durayım, düşünmeden hissetmeden olana hiç dokunmadan bir durakta beklediğimi sanayım, nötrleşeyim ve daha objektif geleyim, kendime yabancı biri gibi döneyim. Yani bir boş vitese alayım, bir yolculuktan dönüyor gibi kendime biraz zaman tanıdıktan sonra döneyim sorunlarıma, hayatıma, kendime. Bunu yaptıktan sonra, öyle düşüneyim, öyle yazayım desem, sanki tatile çıkıyormuş gibi bu bakış açısıyla bir kitap okumaya başlasam, tam da böyle zamanlarda, okuduğum kitabın içinden ısrarla kendim çıkıyorum. Çoğunlukla da o anki ruh, hal ve durumumla.
(Bkz. Kendinden kaçamazsın, gerçeklerden kaçamazsın, hayattan kaçamazsın, ondan kaçamazsın, bundan kaçamazsın..)
Bu bazen hoşuma gidiyor bazense kötü sonuçlara sebep olabiliyor. Bu kez gerçekten iyiydi. Her ne kadar bu kitabı daha şimdi mi okuyorsun diye düşünülebilinse de hiç mühim değil. Başka zaman okusam üzerimde kuşkusuz aynı tesiri sağlayamayacaktı, kitap. Varsın insanlar onu delicesine tüketirken ben ondan bihaber olayım. Ben onu gerçekten de keşfetmem gereken zamanda keşfedeyim. Tanımam gereken zamanda tanıyayım. Ya da onu kimseler bilmezken, moda ya da popüler değilken ben bulayım ben okuyayım. Doğru zamana inanıyorum. (Ve yanlış zamanlar yanlış zamanlamalar da bana aşık.)
Aslında burada yazarın başarısını da görüyoruz. Yazar bize masal okumamış. Her insanın okuduğunda kendinden, hayatının bazı dönemlerinden birşey bulabileceği şeyleri yazmış, hayatı yazmış, gerçekleri yazmış.
Kitabın tamamını alıntılayayazdım sanırım. Alıntılamadığım satırlar da gayet iyi. Yazarın üslubu, anlatımı, kurduğu cümleler, ... herkesin yaşayıp, bilip ve dile getirmek isteyip de yapamadığını çok başarılı bir şekilde yapmış. Gözlem ve tecrübeler sonucu varılan sonuçlar az ve öz bir şekilde belirtilmiş ve yazarın dili çok yalın, duru. Yormayan, sıkmayan, akan giden halden anlayan bir dil ve anlatım ile yazılmış.
~ Spoiler ~
Uzun Bir İnceleme
Romanda genel olarak Raif Efendi karakterinin hayatı anlatılıyor. İlk başta işsiz kalan ve iş arayan bir karakterin Raif Efendi ile aynı yerde memur olarak çalışmaya başlamasıyla ve aynı odada kalmalarıyla ve bu karakterin Raif Efendi hakkındaki anlattıklarıyla başlıyor roman.
Raif Efendi çevresine karşı kayıtsız, kendini hiç dışarı yansıtmayan, içine kapanık bir karakter. Raif Efendi'nin halleri genç iş arkadaşının dikkatini çekiyor.
Diğer insanların çekmiyor. Çünkü diğer insanlar etiketlemeyi tercih ediyorlar. Raif Efendi gibi insanlar toplum tarafından genellikle ya içten pazarlıklı diye ya da saf, hımbıl, tarif edecek kelime bulamıyorum, vb. şekilde etiketlenir. Yani neden illaki ya kötü niyetli olduğunu ya da küçük görmeye layık bir insan olduğunu düşünürler. (Ve böyle davranırlar. Sana o hakkı kim verdi? Bir insanı yargılayıp da kendini ondan üstün görüp de ona bu yüzden hoş olmayan şekilde davranma yetkisini nereden alıyorsun? Zaten gerçekten bazı yönlerden üstün olan bir insan hayatta böyle bir davranışta bulunmaz. İşte burada da insanların kendilerini aldattıklarını ve insana yakışmayan şekilde davrandıklarını, kendilerini nasıl rezil ettiklerini görüyoruz. Tanıdık geldi mi? Geldi. Bildiğin hayattaki gerçek insanlar. O zaman başarılı kitap.)
Neden karşılarındaki insanı bir makine gibi düşünürler? Dışından sakin kalmayı tercih ediyor, olgunluğundan bizi idare ediyor, onun da duyguları var, söylemek istedikleri var, belki çoğu kişiden daha çok bilgisi ve tecrübesi var ama o mesafeli kalmayı tercih ediyor demezler? Neden belki de bir acısı onu ölmeden öldürmüştür, birşeylerin farkına erken varmıştır, bu dünyadan geçecek kadar birşeyler yaşamıştır demezler?
Demezler işte. Neyse.
Ama iş arkadaşı onu tanımaya çalışıyor hatta bunun için büyük bir çaba sarfediyor. Onu, her halini ve çevresini gözlemliyor. Ve sonuç olarak Raif Efendi'nin ne kadar itibar görmeyen bir adam olsa da bunun, onun bunu hakettiğinden değil, insanların öyle davrandığından olduğunu, Raif Efendi'nin aslında kişilik sahibi bir insan olduğunu insanlara kendini ispatlamak ya da tanıtmak ya da yanlış anlaşılmaları düzeltmeye gerek duyacak kadar insanlara yakın olmadığını ama çevresine ördüğü duvarlarının arkasında merak ettiği, tanımak istediği bir insan olduğunu biliyor.
Bu çabasına karşılık aralarında bir arkadaşlık oluyor ama yine de arada mesafeler var.
Raif Efendi'nin hasta olduğu bölümler var. Raif Efendi hastayken her insan gibi daha hassas oluyor ve uğruna çalıştığı, (kendi hayatını yaşamadığı neredeyse) baktığı insanların ona karşı duyarsızlığı onu üzüyor. Hiç duygularını göstermeyen bu adamın burada neler hissettiğini apaçık görüyoruz. Ölsem kime ne diyor? (Yani bir insan öldükten sonra onu kahraman ilan etmenin ona bir faydası yok, yaşarken incitmemek lazım.)
Raif Efendi hasta iken iş arkadaşı onun defterinden haberdar oluyor ve okuma izni alabiliyor. Romanın kalanını Raif Efendi'nin yazdığı defterden onun ağzından okumaya devam ediyoruz.
Raif Efendi'nin çocukluğu, gençliğinde Almanya'ya gitmesi. İş öğrenmek için gitmesi orada dilini geliştirmesi, nasıl bir insan olduğu ve hayatını değiştiren bir tablo. Ve bir otoportre olan tablonun ressamı olan kadın ile tanışması. Hayatının üç beş ayda nasıl değiştiği. Orada neler yaşadığı, kadın ile ayrılacakları sırada kadının çok hastalanması. Raif Efendi'nin ona bakması. Kadın biraz iyileşirken memleketinden gelen telgraf ile Raif Efendi'nin babasının ölümünü öğrenmesi. Ve iki aşığın hiç beklemedikleri bir zamanda ayrılmak zorunda kalmaları. Yeniden bir araya gelmek için birbirlerine söz vermeleri. (Bu arada aralarındaki ilişki de farklı yani bir isim koyma ihtiyacı duymuyorlar ya da bir zorunluluk ama birbirleriyle fikirlerini paylaşıyorlar, çok güzel diyalogları var. Güzel bir aşk, yaşadıkları. Bunun zarar görmesinden korkarken buna zarar veriyorlar. Hep öyle olmaz mı? Korkuyorsun, incitmekten korkuyorsun, değer veriyorsun karşındakine ve onun düşüncelerine, hislerine, onunla arandaki şeye/ilişkiye ve niyetin ile sonuç farklı olunca çelişkili birşeyler oluyor, falan filan. Yine de birbirlerinin kıymetini ve birbirlerini ne kadar çok sevdiklerini anlıyorlar ama işte ama. Hayat sen anlayana kadar durmaz, akmaya devam eder.)
Daha sonra Raif Efendi'nin memlekete gelince iş, güç, para gibi konularda sıkıntı yaşaması. (O yokken enişteler miras işlerini kendi lehlerine halletmişler.) Raif Efendi ile Kürk Mantolu Madonna'nın bu zor süreçleri hep, birlikte mektuplaşarak atlatmaları. Daha sonra ise mektuplaşmaların kesilmesi.
Raif efendi, kadının kendini aldattığını, terkettiğini, sevmediğini, başka adamlarla olduğunu düşünüyor. Hayata küsüyor işte yıllar boyunca bu yüzden insanlara karşı böyle. Sonra evleniyor. Aile bağları yok. Monoton bir yaşamı sürdürüyor.
Oysa 10 yıl sonra falan öğreniyor ki aslında kadın ona ihanet etmemiş, ölmüş. Ve üstelik bir de kızları varmış.
Raif Efendi bunu öğrenince sevdiği kadına güvenmediği ve asıl bu şekilde kendisinin ona ihanet ettiği, ölü bir kadını yıllarca suçladığı için üzülüyor. Ve çok hasta oluyor.
Raif Efendi'nin arkadaşı bu defteri bir gecede okuyor ve ertesi gün götürmeye gittiğinde Raif Efendi'nin öldüğünü öğreniyor. Ve kitap bitiyor.
Aslında ilk başlarda güven sorunu yaşayan kadındı...
14.04.2021 çrş
Belki de iyi olmamıştır. Belki de yanlış yerleri alıntılamışımdır. Okurken altını çizeceğim yerlerin altını çizmeyi unutmuşum. (Sonradan inanılmaz sinirlerim bozuldu. Zaten sürekli sinirlerim bozuluyor.) Yeniden şöyle bir hızlıca göz geçirmek sarhoş etkisi yaptı. Özellikle kadının ruh hallerindeki gelgitler insanı okurken bile yoruyor. Yaşamak gerçekten daha daha yorucu. Böyle bir ruh halindeki insana nasıl yardım edilebilir, ne yapılabilir? Bilmiyorum.
15.04.2021 Prş
Bugün kendimi zehirli elmayı yiyen prenses gibi hissediyorum. Midemde zehirlenmişim gibi bir tat var. Okuyunca iyi olacağıma daha zehirleniyorum sanki.
Kitabı, başta da yazdığım gibi yalnızca biraz uzaklara gitmek için okumuştum. Eskiden, çocukken, okuduğum kitapları hatırladım. Bir tane öne çıkan karakter olurdu, öğütlenen özellikleri kendinde toplamış birinci tekil kişinin ağzından anlatılırdı büyük ihtimalle. Kendimizi okurken o karakter sanardık, kitabın sonuna kadar, hiç değişmezdi. Şimdi ise öyle olmuyor. (Buna daha sonra da değineceğim.) Bu kitabı okurken hep iki karakter var gibi düşündüm. Kadın ve adam, karşındaki ve sen. Hatta kendimi karşı tarafın, karşı cinsin yerine koyarak okudum. O, ben oldu ben de o. Onu taklit etmeye, o olmaya çalıştım. Eğlenceli geldi hatta bir ara. Bazı yerlerde duygulandım. Ve hâlâ umudum vardı okurken. Kitap bittiğinde okuduğum anlar kadar üzücü gelmedi, vicdan azabım olmadığını farkettim, kimseye karşı. Ya da küçük biraz olsa bile bunun diğer insanlarda olması gerekenden daha küçük olduğunu hatta bunu bile telafi etmek için yapabileceğimi belki fazlasını da yaptığımı yapmaya çalıştığımı düşündüm. İçim rahattı. Sadece üzgündüm. Beni üzen şey için üzgündüm.
Dün kalan alıntılar için yeniden baktığımda, düzenli olmayan ikinci bir okuma yaptım gibi oldu. Ve belli sayfaları.
Dün kitabın içinde bile kendimi yapayalnız hissettim. Sanki kadın da bendim. Adam da ben. Raif de bendim. Maria da ben.
Bu da böyle bir okuma oldu. (Buraya da dönelim.)
Sonra kendimi Raif Efendi gibi hissettim. Neden? dedim. Bırak artık kendi kendine oynama dedim. Bugüne kadar kimi neyi anladın, neyi değiştirdin, neyi düzeltebildin, halledebildin? dedim. Hayatında bunların hangisini başarabildin? Üstelik daha suçlandın. Ve bunlar uğruna kendini yitirdin hep, kimin umurunda? Neden yalnız ağlıyorum? Ben olmasam dünya dönmeyecek mi? Aman azıcık sağdan dön, öleceğiz diye pinpiriklilik yapmam şart mı? Ya da neyi değiştirir? Hâlâ daha anlamaya, yorumlamaya, çözmeye hatta kendimi çözmüşüm gibi gelip burada roman kahramanlarını yorumlamaya çalışarak ben ne yapıyorum? Bu çabam gülünç geldi. Hâlâ daha bir uygulamaya, buraya, kendimden birşeyler dökmeye çalışmam acizlik gibi geldi. Neden yeniden hesap açtın ki dedim? Neden buradasın hâlâ? Heryerden defol git. Evet insanların Raif Efendi'yi kaçırmaları gibi senin de kaçmanı istiyorlar apaçık. Neden tamamen kaçıp gitmedin, napıyorsun burada?
Ama o kadar bıktım ki artık hayatımdaki her şeyin yarım kalmasından. Kaç aydır okuduğum kitaplar bile yarım. Kendimi sakinleştirdim ve o an hesabımı kapatmaktan vazgeçirdim.
Dedim bitir. Bu kez bitir ve öyle git.
Bu kitap üzerine yapacaklarını yap. Alıntılarını paylaş, incelemeni yaz ve git. Bir kez olsun bir şeyi tamamla. Otur ve alıntıları yaz.
Romana tekrar dönüyorum. Bir aldatma falan olsaydı düşük puan verecektim. Yok. 10 puan. Aldatma yok, Vazgeçme yok, aşk var, sevda var, sevmek var, ama kavuşamıyorlar. Evet böyle daha acıklı.
Bir kadın ve bir adam. İkisi de hayatlarına doğru kişiyi bulup, doğru kişiyi alacaklarına inanıyorlar. Baştan Raif Efendi bunu hiç dile getirmese de içinden hep bunu istediğini daha sonra Maria'yı tanıdıktan sonra da bunu dile getirdiğini görüyoruz. Raif Efendi'nin hayatında kimse olmamış. Maria ilk aşkı (komşu kızı Fahriye'yi saymazsak). Ve Maria'yı gerçekten çok seviyor ve güzel seven bir adam Raif. Maria hakkında ise çok bir bilgi yok kısıtlı bilgi var elimizde ama Maria'nın konuşmalarına, anlattıklarına ve ruh hallerine bakarak ona dair çıkarımlarda bulunabiliriz. Yorumladığım kadarıyla Maria, zor bir hayat yaşamış ve birşeyleri hep kendisi halletmek zorunda kalmış. Babası ölmüş, annesine bakmış. Güçlü bir kadın olmak zorunda kalmış yani. Hayatına başka erkeklerin girdiğini ama onların kendisi için "doğru insan" olmadığını farkettiğini ve hayatından çıkardığını görüyoruz. Yani gelip geçici iliskilerden hoşlanan biri değil Maria. Bunlar onu sadece hayal kırıklığına uğratıyor. (Bu tip kadınlar için de toplumun başka karalamaları ya da önyargıları oluyor genelde. Beğenilen bir kadın, sürekli hayatında birileri vardır, duyguları sahtedir gibi, gibi, gibi... ne alakası var.) Maria aslında doğru insanı arıyor. Ve hayal kırıklıklarından sonra hayatına insanları almamaya karar verdiğini düşünüyorum ben. Maria sevmekten, güvenmekten, hayal kırıklığı yaşamaktan, başarısız olmaktan korkuyor. Ama Raif Efendi'ye karşı farklı hissediyor. Yani onun doğru insan olduğunu biliyor ama korkuyor sadece baştan. Çünkü daha çok tanımıyorlar birbirlerini. Hatta Raif Efendi'yi kırıyor bir kere. Raif Efendi çok üzülüyor, sevilmediğini ve kendine güvenilmediğini düşünüyor. Ama daha sonra Maria hastayken Raif Efendi yanında oluyor. Raif Efendi'yi tanıdıktan sonra Maria ona gerçekten aşık oluyor. Onu seviyor. İlk kez bir insana bu kadar çok güveniyor. İyileşsem hiç ayrılmayalım bir daha diyor. Seviyorum diyor. Ama Raif Efendi'nin babası ölüyor o sıra. Raif Efendi memleketine dönüyor. Ve can sıkıcı başka sorunlarla karşılaşıyor. Bunları çözünce Maria'yı yanına alacak. Raif Efendi, tam hazırlıklarını tamamlarken Maria ölüyor ve mektuplaşmalar kesiliyor. Arada mesafeler var. Farklı ülkelerdeler. İletişim şimdiki gibi değil. Raif Efendi araştırsa da bir sonuca ulaşamıyor. Öldüğünden haberi yok. Kendini terkedildi zannediyor. Ve kalan ömrünü bu zannın verdiği olumsuz duygular ile geçiriyor.
İlişkilerde böyle şeyler oluyor, hayattan şeyler. İki insan birbirini seviyor ama o güne kadar ikisi de farklı yollarda yürümüş ve çoğunlukla kendi seçmedikleri şeylerle karşılaşmışlar. Yani farklı tecrübeleri var, farklı korkuları, farklı sorunları, farklı güzellikleri. Ve bunların kendileri bile farkında değiller belki, ilişkide bunlar birden ortaya çıkıyor. İnsan kendini başkasının aynasında görüyor ama ikisinin de farklı yaraları olabilir. Bunlar hep öğrenmeden yaşanan şeyler. İnsan ya karşısındakini kırabiliyor ya da kendini vb. Ama ortada çok büyük bir sorun yoksa ayrılık olması acı bir durum. Ama bir taraf istemiyorsa da biter. Yapacak bir şey yok. 90 dakikalık bir maçı 90 dakika da siz uzatamazsınız. Demekki bitmiştir. Size soran olmadıysa hele. Bitmiş demekki.
Ki bazen mesele bitmek bitmemek, gitmek gitmemek de değildir. Zaten bir şeyi şeklen sembolik olarak bitirmek çok da önemli değildir. İnsanın içinde bittiyse bitmiştir zaten. Sıkıntı, sana gitme mi dedik bitme mi dedik. Çirkin ve gereksiz şeylerin yaşanması. Sen salaksın bittiğini anlayamazsın dur senin görünce hoşlanmayacağın bir şey yapayım. Senin üzüleceğin, ya da hatırlamak isteyemeceğin, rahatsız olacağın şeylere karşı duyarsızım. Sağlığına ölümüne duyarsızım. Bu mu? Hadi üzüldüm bir yerlerde, hadi öldüm, hadi acı çektim oldu mu? Memnun oldun mu? Bu muydu istediğin? Söylesen yeterdi
Herkes kendine yakışanı yapar. Ve herkes seçtiği şeyin sonuçlarını, yaşar.
Buradan okuma şekline de değinmek gerekirse, kurgu belki de böyle bişeydir. Yani anlatılacak bir şey var ortada romandaki kişiler bunun için diğer şeyler (zaman, mekan, ...) gibi tamamen bir araç. Yani cinsiyeti, adı, bir yere kadar gerçek bir yerde hayal. Hatta bazen romandaki kişilerin hepsi bir kişi bile olabilir. Yani romanda birine aşık olan kişi ile korkan karşısındaki kişi aslında gerçekten aynı kişidir. Ya da iki iş arkadaşı gibi verilse de bunlar gerçekte birbirine daha yakın iki insanı temsil ediyor olabilirler.
Fakatını bizde anlayamadık. Bu hikayede yanan ikisi de oldu.
Beynim hâlâ yavaş çalışıyor. Bir kitabı bir haftada okuyup üç günde özetliyorum. Ve artık okumayacağım. Yine en yanlış zamanı bulana kadar. İlk inceleme yazımın böyle olacağını ya da aynı zamanda son inceleme yazım olacağını tahmin etmemiştim. Şimdi yabancı biri gibi gidip yazacağım. Ve bu hesabı da böylece yarım bırakıyorum. Çünkü artık canım istemiyor. Hevesim kaçtı.
Herkese selam, sana mutluluk, bana da ne ben de bilmiyorum, daha düşünmedim.