Adem Demir

Büyük düşünürler kendi çevrelerini kendileri seçerler, kendileri düşünürler, sürülerin yaşam tarzı tarafından engellenmeyi istemezler.
Reklam
Yalnızlık, hastalıkların üreyebileceği en uygun ortamdır
Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Adonis kavramı: İnsanın doğal yeteneklerini yalnızca rekabet yoluyla geliştirebilmesi
Kendi alevinle yakmaya hazır olmalısın kendini: Önce kül olmadan nasıl yeni olabilirsin ki?
Reklam
Bir kadın, sevdiği adamın başka bir kadın tarafından mutlu edildiğini görmektense, onu can çekişirken görmeyi tercih eder.
Rus astronot Sergey Krikalev, uzayda 313 gün kaldıktan sonra, 25 Mart 1992'de yeryüzüne indiğinde aynı gezegene geri döndüğünü sanmıştı. Fiziksel özellikler (Kazakistan ovaları) aynı kalmış; fakat siyasal ve kültürel coğrafi özellikler dramatik bir değişime uğramıştı. Kazakistan artık bir Sovyet Cumhuriyeti değildi; bağımsız bir ülke olmuş, kendi ekonomik ve kültürel yaşamını geliştirmekle meşguldü. Krikalev'in astronot giysisinin ambleminde yer alan ülke (Sovyet Devleti) gitmiş, oturduğu şehir Leningrad tarihi adı olan St Petersburg'u geri almıştı. Krikalev uzaya fırlatıldıktan sonra, SSCB'nde Komünist Parti gücünü kaybetmiş, onu oluşturan cumhuriyetler bağımsızlıklarını ilan etmiş ve SSCB çözülmüştü.
Sigaranın o kadar sevilmesi, nikotinin gücünden değil, bu boş ve anlamsız âlemde, insana anlamlı bir şey yaptığı duygusunu kolaylıkla vermesindendir, diye düşünürüm bazan.
Şu alacalı bulacalı yeryüzünde bir adam dolaşır, ne zengin ne yoksul, ne mümin ne kâfir, yaltaklanmaz hiçbir hakikate, saygısı yok hiçbir kanuna... Şu alacalı bulacalı yeryüzünde, bu yiğit ve hüzünlü adam kim ola?
Sayfa 194Kitabı okudu
Münih'in verdiği tarih dersi şudur: "Tarihten ders aldıklarını" söyleyenler çoğunlukla, doğru ya da yanlış, kendi önyargılarından hareket ederler ve buna da "tarih" derler.
Reklam
Kıskanç kardeşleri tarafından kuyuya atılan Yusuf'un Midyanlı tüccarlar tarafından çıkarılışı geldi gözümün önüne. Yusuf ile Züleyha'nın bu meclisini resmetmekten pek hoşlanırım, çünkü hayatta en temel duygunun kardeşlerin kıskançlığı olduğunu hatırlatır.
"Heyhat! Tanrım," dedi; "eski efendimi, dostumu, kaynımı öldürdüm; dünyanın en iyi insanı olduğum halde, bununla üç kişi öldürmüş oluyorum; üstelik, üçün ikisi de papaz."
Beni biraz iğnelememiş olsaydınız ve bir gemide can sıkıntısını gidermek için hikâye anlatmak âdet olmasaydı, kendi felaketlerimin sözünü bile etmezdim. Ne de olsa güzel hanımım, ben çok deneyimliyim. Dünyayı tanıyorum. Hoşça vakit geçirmek isterseniz herhangi bir yolcuyu başından geçenleri anlatmaya çağırın. Yaşamına lanet okumayan, çoğu kez kendi kendine insanların en mutsuzu olduğunu söylemeyen bir tek kişi bulursanız, beni, baş aşağı denize atın.
Dün yaşayanlar bugün olanları bilemezler ama bugün yaşayanlar dün olanları bilirler ve yarın, bugünküler 'dünküler' gibi olacaklardır.
Sayfa 209Kitabı okudu
Burası özgürlükler ülkesi. Yaa... Hele biraz kullanmaya kalk bakalım o özgürlüğü. Cebindeki parayla ne kadar özgürlük satın alabiliyorsan o kadar özgürlük tanıyor herif sana.
66, kaçan insanların yoludur. Tozdan kaçan, azalan topraktan kaçan, traktör gürültüsünden, küçülen mülkiyetten kaçan, ta Teksas'tan kopup uluya uluya buralara varan rüzgârdan kaçan, toprağa bereket getireceğine içindeki canı götüren sel sularından kaçan göçmenlerin yoludur o.
Reklam
Belki de kazanmaya çok ihtiyacınız vardı. Tıpkı uçuruma düşen birinin bir tutam ota sarılması gibi. Kabul edersiniz ki uçuruma düşmeyen biri ağaç dalı diye ota sarılmaz.
Tarihsel olarak uygar batı insanının erdem ve meziyetlerinin başlıca temellerinden biri para biriktirmek olmuştur. Oysa bir Rus para biriktirme yeteneğinden mahrum olmakla kalmaz, kazandığını boş yere, hem de çirkin bir biçimde harcar. Her halükârda biz Ruslara da para lazım olur, bu yüzden hiç emek harcamaksızın iki saat içinde birden zengin olabileceğimiz rulet gibi yollara pek düşkünüz. Böyle şeyler bizi hemen cezbeder, fakat hiç emek harcamadan, aklımıza estiği gibi oynadığımız için hep kaybederiz!
Tıpkı atasözündeki gibi: "Domuzu yemeğe çağırırsan masaya ayaklarını koyar."
Ben içimden, "Varan dört... diye kaydettim. Bir saat içinde dört defa beyefendi olmuştum. Üstelik topal İsmail karşımda dayak yemişti. Belki de bu yüzden kızımı hiçbir zaman almayacaktı. Sonra İstanbul'un en meşhur saatçisini bir buçuk saat gagalamıştım. Tam benim hayatımdı bu. Evdekiler açtı ve ben kendimin olsa bile fabrikasının adını bir türlü öğrenemeyeceğim bir otomobilde idim. Üstelik de Büyükdere'ye, rakı içmeğe gidiyordum."
Sayfa 195Kitabı okudu
Nereye gitseler askılı elbiseleri omuzlarından kayar ve memeleri ortaya çıkardı. Yüzlerinde büyük bir hayret ifadesiyle gazetecilere, "Aaa göründü mü çocuklar?" diye sorar ve sonra da yeni yapılmış, gereğinden büyük ve fırlak porselen dişlerini göstere göstere kahkaha atarlardı. Erkek tanrılar ise mutlaka tıknaz, esmer, omuzlarına kadar kıllı, kalın bıyıklı ve Doğu şiveli olmalıydılar. Milyonlarca yoksul erkek ve kadın da derme çatma gecekondularında, lodos estiğinde gece hepsini zehirleyip öldüren sobaların başına yığılıp bunların maceralarını izlerlerdi işte.
Aralarındaki şeyin iki kişi arasında ancak ilk anda, ilk karşılaşmada kurulan , aksi takdirde hiç kurulamayan o sıcak bağ, o tebessümlü hatırlama, o ezeli tanışıklık duygusu, o kavi köprü olduğunu anladı.
Sayfa 182Kitabı okudu
Reklam
İnsanlar birbirinin maddi yardımlarına ve paralarına değil, sevgilerine ve alakalarına muhtaçtılar. Bu olmadıktan sonra, aile sahibi olmanın hakiki ismi, "birtakım yabancılar beslemek" ti. Bunun bir an evvel sona ermesini ve onların bana hiçbir suretle muhtaç olmayacakları anı özlüyordum.
kitap okumaya çalışıyordum. Bir tek harfini bile fark etmeden sayfaları çeviriyor, bazan, dikkat etmeye azmederek baştan başlıyor, fakat birkaç satır sonra gene zihnimin baş­ka yerlerde dolaştığını görüyordum
Görüyorum ki, baş­ ka yollardan gittiğimiz halde ikimiz de aynı neticeye varmışız: ikimiz de birer insan arıyoruz, kendi insanımızı... Eğer birbiri- mizde bunu bulursak harikulade bir şey olur... Asıl ehemmiyeti olan budur, öteki meseleler ikinci derecede kalır... Kadın, erkek münasebetlerine gelince, hiçbir zaman korktuğunuz cinsten bir insan olmadığıma emin olabilirsiniz. Gerçi başımdan geçmiş maceralarım yok, fakat kendim kadar hürmet etmediğim ve kendim kadar kuvvetli bulmadığım bir insanı sevebileceğimi aklıma bile getirmedim. Demin tezlil edilmekten bahsettiniz. Bir erkeğin buna müsaade edebilmesi bence kendi şahsiyetini inkâr etmesi, asıl kendini tezlil etmesi demektir. Ben de sizin gibi tabiatı çok severim, hatta diyebilirim ki insanlardan ne kadar uzak kaldıysam tabiata o kadar sokuldum. Benim memleketim dünyanın en güzel yerlerinden biridir. Tarihlerde okuduğumuz birçok medeniyetler oralarda kurulmuş ve yıkılmıştır. On on beş asırlık zeytin ağaçlarının altında yatarken bir zamanlar bunların mahsulünü toplayan insanları düşünürdüm. Çam ağaçlarıyla kaplı dağlarında, insan ayağı basmamış zannedilen yerlerde mermer köprülere, işlemeli sütunlara rastlardım. Bunlar benim çocukluğumun arkadaşları, hayallerimin mevzuuydu. O zamandan beri tabiatı ve onun mantığını her şeyin üstünde tutarım. Bırakalım, arkadaşlığımız da tabii yolunda yürüsün. Biz ona suni istikametler vermeye, peşin kararlarla onu bağlamaya çalışmayalım!"
Tekrar yüzüne baktığım zaman kalın ve biraz dağınık kaşlarını, bir şey düşünüyor gibi, kaldırmış olduğunu gördüm. Gözkapaklarının ince mavi damarları belli oluyordu. Siyah ve gür kirpikleri hafifçe titremekteydi ve bunların üzerinde minimini birkaç yağmur damlası parlıyordu. Saçları da yer yer ıslanmıştı. Başını birdenbire bana çevirerek: "Neden bana bu kadar dikkatli bakıyorsunuz?" dedi. Bu sual, aynı zamanda benim kafamda da canlandı: Nasıl oluyordu da, hiç çekinmeden, bir kadına belki ilk defa olarak bu kadar dikkatle baktığımı aklıma getirmeden, onu uzun uzadıya seyrediyordum? Ve nasıl oluyordu da hâlâ, o bu suali sorduktan ve gözlerini bana çevirdikten sonra bile, cesaretimi kaybetmeden ona bakmakta devam ediyordum?
İçimde ona karşı tarifi imkânsız bir şefkat vardı. Yatağında nasıl uzandığını, nasıl ağır ağır nefes aldığını, saçlarının yastığa nasıl serildiğini tasavvur ediyor ve hayatta bu manzarayı görmekten daha büyük bir saadet olamayacağını düşünüyordum. O zamana kadar bütün insanlardan esirgediğim alaka, hiç kimseye karşı tam manasıyla duymadığım sevgi sanki hep birikmiş ve muazzam bir kütle halinde şimdi bu kadına karşı meydana çıkmıştı.
Garsonu çağırıp hesap gördüm. Birdenbire açılmış, cesaretlenmiştim. Uzun yapraklı bir defterin üzerine birkaç rakam yazan adamın yüzüne, "Saadetimi fark etmiyor musun a sersem!" der gibi dik dik bakıyor, henüz salonu terketmemiş olan müşterileri, hatta orkestrayı, gülerek selamlamak için kuvvetli bir arzu duyuyordum, içimde birdenbire bütün insanlarla sarmaş dolaş olmak, uzun yıllar birbirinden ayrı kaldıktan sonra niha- yet kavuşan dostlar gibi coşkun bir muhabbetle herkesi öpmek arzusu vardı.
Reklam
Bir kadın herhangi bir şekilde hoşuma gidince ilk yaptığım iş ondan kaçmak olurdu. Karşı karşıya geldiğim zaman her hareketimin, her bakışımın sırrımı meydana vuracağından korkar, tarif edilmesi imkânsız, adeta boğucu bir utanma ile dünyanın en zavallı bir insanı haline gelirdim. Hayatımda hiçbir kadının, hatta annemin bile gözlerine dikkatle baktığımı hatırlamıyorum.
Zaten muhitimden uzak duruşumun, vahşiliğimin bir sebebi de kitaplarda tanıştığım ve benimsediğim insanları muhitimde bulamayı­şım değil miydi?