Nur

Bu açıdan, monoteizm(Tektanrıcılık ) ile diger gelenekler arasındaki fark, monoteizmde yaratıcılığın tek tanrının ayırt edici özelliği haline gelmiş olmasıdır; dünyayı yaratan, yalnızca onun yaratma kudretidir. Tektanrılı dinlerde, Tanrı'nın tanrısal bir eşi bir tanrıça yoktur. Tersine, dişil öge bastırılır ve yaratma kudreti ile değiI, simgesel yolla yaratılmış olan ile ilişkilendirilir. Dişil öge, yalnızca kutsal düzlemde tümüyle dışlanmış olmakla kalmaz; bu dışlama, yeryüzündeki kadını da kapsar ve onun gerçek yaratma/can verme gücünden yoksun olduğu varsayılır. Böylece kadın, simgesel olarak, dünya ile, yani geçici ve maddesel olan ile ilişkilendirilir.
Reklam
Toprak, insanların ihtiyacı olan her şeyi sunan dişil maddedir; dolayısıyla toprak kadın bedeni için, kadın bedeni de toprak için bir metafordur. Ancak ataerkil sistemlerde, toprağın Ana Tanrıça ve onun cisimleşmesi olan kadınla kurulan olumlu ve kuşatıcı anlamı kaybolurken, bunun yerini toprağın ve kadın bedeninin cansız madde ile özdeşleştirilip yaratıcılıktan yoksun bırakılması alır. Tıpkı Pandora mitosunda Pandora sözcüğünün en eski zamanlarda "bütün iyiliklerin anası" şeklindeki anlamının, sonradan ataerkillik altında içerik değişikliğine uğrayarak "bütün kötülüklerin anası" anlamını alması gibi, bir zamanlar her şeyin yaratıcısı olan toprak (ve kadın bedeni) sonradan yalnızca erkeğin "can veren tohumu"nu taşımaya yarayan bir araca dönüştürülür.
Şimdi burada, bu can sıkıcı kalede, sık sık geçmişi hatırlıyor, kaderin bana çizdiği yoldan neden gitmediğimi soruyorum kendi kendime; o yolda durgun sevinçler ve iç huzuru bekliyordu beni. Yok, hayır! Öyle bir hayata katlanamazdım ben! Ben, bir korsan kadırgasının güvertesinde doğmuş büyümüş bir denizci gibiyim. Denizci ruhu fırtınalara ve savaşlara alışıktır, kıyıya atılınca, gölgelik onu ne kadar çekerse çeksin, güneş ne kadar dinlendirirse dinlendirsin canı sıkılır, içi ezilir.

Reader Follow Recommendations

See All
Weberci yaklaşımda ise din, bir anlamlandırma sistemi olarak dünyayı açıklamaya yarayan bir araçtır; başka bir deyişle din, son tahlilde, insanlığın varoluşsal sorunlarıyla ilgili ve bu dünyaya yönelik bir olgudur. Weber'i izleyen Clifford Geertz de, dinin bir kültürel sistem olduğunu savunur; başka bir deyişle din, insanların kendi yaşamlarını düzenledikleri ve yorumladıkları bir açıklama sistemidir: "İnsanlar, dinsel simgelere, yalnızca dünyayı yorumlamak için değil, aynı zamanda yorumlanabilirlik sorunuyla baş etmek için de başvururlar"
Durkheim için din, insanın kendi dışında algıladığı ve onu hem kısıtlayan, hem de destekleyen bir güçtür. Bu "güç" aslında toplumun kendi gücüdür; dolayısıyla din de, toplumun kendi kendisi hakkındaki bilinci olmaktadir. Bu bağlamda, dinsel düşünceler, kolektif gerçeklikleri yansıtan kolektif düşüncelerdir ve dünyanın kutsal ve yersel (dünyevi) olarak ikiye bölünmesine dayanırlar. Dinsel ritüeller ise, "topluluk"un birleşik niteliğini, topluluk ruhunu yansıtır. Bu noktada, Durkheimcı yaklaşımın, toplumun/kolektifin kendi içindeki ayrışmaları ve farklılıkları, eşitsizlik ve baskı ilişkilerini dikkate almadığına işaret etmek gerekir.
Reklam
Reklam
553 öğeden 511 ile 525 arasındakiler gösteriliyor.