Aichan

Japonya'da bir kaç düzene Kanji okuyabilen ama çoğunu yazamayan ben .-.
Ahura büyü kitabını okuyabiliyor fakat yazamıyor. Okuma yazmayı tek bir eylem olarak görmeye o denli alışkınız ki bu ikisi arasında çok nadiren bir ayrım yapıyoruz ancak Mısır alfabesi gibi yüzlerce hiyeroglif içeren bir yazı söz konusu olduğunda, bütün bu şekilleri yazma veya çizme ile hangisinin kullanılacağını bilme sanatı, okumaktan çok daha karmaşıktır. Günümüzde bir yazıtı okuyabilen on öğrenciye karşılık onu doğru şekilde kopya edebilecek ancak bir öğrenci vardır. Bu hikâyede ise okumayı bilen ama yazı yazamayan yüksek mevki sahibi bir kadın görüyoruz.
Reklam
Göçmen atalarını tepeyim senin Steve Rogers
"...özgür kahramanlar olarak yaşayacaksak özgürlüğümüzü kazanmamız gerekiyor. İçinde yaşamak istediğimiz ülkeyi tuğla tuğla inşa edeceğiz. Tıpkı göçmen atalarımızın yaptığı gibi."
Daha ilk sayfada kalbim paramparça
Annem beni doğurduğu günden beri ölüydü ve babamın bahsi bile edilmezdi. Libby bir zamanlar annemin ikiziymiş. Bana ona "Anne," demememi söylerdi ama ben gizli gizli ona "Anne," derdim.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
çok sevimli
Çike, Anadolu söylencelerinde karşılaştığımız, dirsek boyunda bir cücenin adı. Ağaçların altında yaşadığına ve yanına gelenlere zorla destan okutturup şarkı söylettiğine inanılır. Zararsızdır ama bazen dediğini yaptırabilmek için insanları korkutur. Yakaladığı kişiye saatlerce yır/şarkı veya kay/destan okuttuğu olur.
Reklam
Jim'in sorunu, dünyaya bakması ve gözlerini ayırmamasıydı. Ve hayatınız boyunca gözlerinizi ayırmazsanız, on üç yaşına geldiğinizde yirmi yıl dünyanın tozunu yutmuş olursunuz. Will Halloway'e gelince, onun içindeki genç her zaman arkasına, üzerine veya kenarına bakardı. O yüzden, on üçündeyken sadece altı yıllık seyretme birikimi yapabilmişti. Jim gölgesinin her santimetresini tanıyordu, onu katranlı kâğıttan kesebilir, sarabilir ve bir bayrak direğine çekebilirdi kendi sancağı olarak. Will, o ise arada bir gölgesinin kendisini bir yerlere doğru izlemesine şaşırırdı, ama o kadar.
Kütüphanenin tanımı
Kütüphanenin derinlikleri önlerinde uzanıp gidiyordu. Dışındaki dünyada, fazla bir şey olmuyordu. Ama burada, bu özel gecede, tuğlaları kâğıt ve deriden bir ülkede, herhangi bir şey olabilirdi, her zaman olurdu. Dinleyin! ve on bin insanın sadece köpeklerin kulaklarını oynatacakları kadar yüksek sesle haykırdıklanını duyardınız. Bir milyar kişi top taşıyarak, giyotin bileyerek koşuştururdu; Çinliler, dört kişi bir hizada, sonsuza dek yürürlerdi. Görünmez, sessiz, evet, ama Tanrı Jim ve Will'e dilin yanı sıra kulak ve da bağışlamıştı. Burası, uzak ülke baharatlarının toplandığı bir fabrikaydı. Burada yabancı çöller pinekliyordu. Yukanda, ön tarafta, hoş yaşlı Bayan Watriss'in kitaplarınıza mor damgalar bastığı yer vardı, ama aşağıya doğru uzaklarda Tibet ve Antarktika, Kongo vardı. İşte Bayan Wills, öteki kütüphaneci, sakin bir şekilde Priping, Yokohama ve Selebes Adalarının parçalarını taşıyarak Du Moğolistan'dan geçiyordu.
Bütün oğlanlar gibi asla herhangi bir yere yürümezler, ama bir hedef belirlerler ve onun için pergelleri açıp dirsek dirseğe yola ko- yulurlardı, bütün gayretleriyle. Kimse kazanmazdı. Kimse kazanmak istemezdi. Yan yana iki gölge, sonsuza dek beraber koşmak istemeleri dostluklarından kaynaklıydı. Elleri kütüphane kapısının kollarına birlikte vurur, göğüsleri bitiş iplerini beraber koparır, tenis ayakkabıları çimenlerde, budanmış çalılarda, sincaplı ağaçların ara- sinda paralel midilli izleri bırakır, böylece dostluklarını başka mağlubiyet zamanlar için saklarlardı.
Eh, rüzgâr hangi dilde konuşur? Bir fırtınanın milliyeti nedir? Yağmurlar hangi ülkeden gelir? Yıldırımın rengi nedir? Bittiğinde gök gürültüsü nereye gider?
Bir başarınızın takdirle karşılanması, sizden her an benzer bir başarının beklendiği ve bunu ortaya koymadığınız takdirde hayal kırıklığı yarayacağınız anlamına gelmez
Reklam
he gazed at her. "I accept your consolation gladly. Any man would welcome pity from such a beauty."
George had sent him a handful of postcards over the last two months. The front of each of them had borne a photograph of the idyllic Scottish countryside. And on the back, a series of messages circling a single theme: Bored. So bored. Kill me now. Too late, already dead. “Shearing sheep,” George confirmed. “Feeding sheep. Herding sheep. Mucking about in sheep muck. While you were... who-knows-what-ing with a certain raven-haired superwarrior. You’re not going to let me live vicariously?”
Jace raised an eyebrow. “Is this the part where you tell me that if I hurt her, you’ll kill me?” “No,” said Simon. “If you hurt Clary, she’s quite capable of killing you herself. Possibly with a variety of weapons.”
Clary, since the first time I saw you, I have belonged to you completely. I still do. If you want me.”
“There is no pretending,” Jace said with absolute clarity. “I love you, and I will love you until I die, and if there’s a life after that, I’ll love you then.”
1.047 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.